11 Ocak 2011 Salı

Yüzen Dağlar

İlmin, kâinat çapındaki hakikatlar adına tesbit ettiği herşey, geleceğin aydınlık dünyaları hesabına, çok uzakları aydınlatan bir projektör vazifesi görmektedir, Bu parça parça ve henüz bir sisteme konamamış bilgiler çok yakın bîr gelecekde sisteme girecek ve bakış zaviyelerimize mutlaka tesir edecekdir.


Bugüne kadar, binlerce medeniyete sahne olmuş ve bir çok hikmetlerle donatılmış olan yaşlı dünyamız, halâ bilemediğimiz binlerce sırrı bünyesinde saklamaktadır. Normalde göremediğimiz bu bilinmezleri, ilim, teknik imkânlarla ortaya koymaya çalışmaktadır. Görünüş itibarı ile sakin olan dünyamız, aslında hangi yönden bakılırsa bakılsın sürekli bir hareket ve değişme arzetmektedir. Yeryüzü şekilleri incelendiğinde bazı bölgelerde sıradağlar ve yalçın kayalıklarla karşılaşırken, bazı bölgelerde de bunun tam aksine geniş ve düz ovaların bulunduğu görülür. Bu durum uzun zaman pek o kadar dikkatimizi çekmemiş ve üzerinde durmağa da gerek duyulmamıştır. Yerkabuğundaki izostazi durumunun AIRY’ye göre açıklanması. (GILLULY ? WATERS ? WOODFORD, 1953) Dağlar zemine çakımış kazıklar gibidir. Yerkabuğunun, yoğunluk ve kütleleri birbirinden farklı büyük parçaları (blokları) arasında bir dengeden söz edilmektedir. İzostazi denilen bu prensibe göre, yüksek dağlık bölgeler, çevrelerindeki basık araziye nazaran daha hafif maddelerden meydana gelmiştir. Bu vaka 1735′de P. Bouguer’in And Dağları’ndaki inceleme gezileri sırasında ve yüz sene kadar önce Sir George Everest’in Kuzey Hindistan’da Kalina ile Kalianpur şehirleri arasındaki sahanın haritasını alırken dikkati çekmiş; gerek And Dağları’nın ve gerekse Himalayaların kütlelerinin beklenen değerlerin çok altında oldukları ve bu sebeple çekülleri, hesaplanan derecelerden daha az saptırdıkları tesbit edilmiştir. Nihayet 1855′de Pratt’ın yaptığı hesaplar neticesinde, Himalayaların beklenenden daha az bir çekim tesiri yaptığı dolayısıyla da, daha hafif maddelerden meydana geldiği anlaşıldı. İzostazi, aynı zamanda, hafif maddelerden meydana gelmiş dağlık bölgelerin daha yoğun bir temel (substratum) üzerinde yüzmekte olduğunu ve dağların, yükseklikleri ile mütenasib derin kökleri bulunduğu gerçeğini de belirtir. Bu gibi yüksek dağlar, kutup denizlerinde yüzen Aysbergler gibidir. Büyük ve derin kökleri yeraltında, küçük kısımları ise yerüstünde bulunur. Bizim gördüğümüz ve üzerinde yürüdüğümüz kısımlar ancak dağların bu küçük kısımlarıdır.


Modern ilmin teknik imkânlarla ancak tesbit edebildiği bu hadise, 1400 sene önce Yüce Beyân’da “Dağlar zemine çakılmış kazıklar (çiviler) gibidir”(l) şeklinde yer alıyordu. Airy (1953) bu mevzuda şunları yazar: Yüksek dağ şeritleri yüzen bloklar durumundadır. Bunların aynı zamanda derin kökleri vardır. Yüksek dağların altındaki maddelerin yoğunluğu ile ovaların altındaki maddelerin yoğunluğu aynıdır (şekil 1). Yerkabuğu ve Mantonun üst kısmının basitleştirilmiş kesiti. Burada yeryüzü şekli ile kabuk yapısı arasındaki alâka açıkça görülmektedir. (A. HOLMESİ 1965′TEN). Ortalama yoğunluğu 2,7 gr/cm3 olan sial (silisyum – alüminyum) maddelerinden meydana gelmiş dağ şeritleri, yoğunluğu 3,3 gr/cm3 olan plastik hususiyetteki sima (silisyum-mağnezyum) kayaları içine gömülmüşlerdir. Dağ kütlesinin bütün hacminin 9/10′unu kök, 1/10′unu İse yüksek zirveler meydana getirir. Tıpkı ağaca çakılmış bir çivi gibi (şekil 2). Astenosfer dediğimiz, arz tabakası içinde yüzen ve belirli yönlere doğru hareket eden dağlara bakıldığında, tıpkı bîr bulutu andırdıkları, zamanımızın İlim a-damlarınca ancak anlaşılabilmiştir. Kâinatın sırlarını bize açıklayan yukarıdaki beyana ait bir hakikat daha jeolojinin tesbitleriyle açıklığa kavuşmuş oluyor. Gerçekten de, çağlar boyunca yerinde sabit olduğu zannedilen dünyamızın, sabit olmadığının belirtilmesinin yanısıra, üzerindeki dağların da bulutlar gibi aheste aheste yüzdüğünün açıklanması, üzerinde dikkatle durulacak, düşünülecek bir mevzudur. “Sen dağlan görür de onları durur zannedersin. Hâlbuki onlar bulutun geçtiği gibi geçer giderler.


Kaynaklar: Ketin, İ.:(1977) GenelJeoloji, s. 117. Rone, P. A.: (1973) Plate Tectonies and Mineral Resources, Sc. American, July.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder