11 Ocak 2011 Salı

Ölüm Hakkında I

Üç bölüm halinde arz edeceğim yazılarda minelbab ilelmihrab ölüme, ölüm merkezli konulara değineceğim.


Canlı Gömülme İhtimali


İnsanların öldü sanılarak gömülmesinin ve böyle bir korkunun tarihi yüz yıl, bindörtyüz yıl geriye, hatta beşeri tarihin başına kadar gidiyor olmalı. İşte ispatları:


Alıntı: He [Heraclius] finally passed away on 11 February 641 and was buried in the Holy Apostles. The chronicler Nicephorus notes that by the emperor’s dying wish his tomb was left open for three days after his interment, for he seems to have feared that he might share the same fate as was rumoured to have befallen Zeno and be buried alive.
(İstanbul, The Imperial City, John Freely)
Çeviri: Heraclius 11 Şubat 641’de öldü ve Kutsal Havariler(?) kilisesine gömüldü. Kronikçi Nicephorus, imparatorun son dileğinin, defnini takiben üç gün boyunca mezarının açık tutulması olduğunu belirtir. İmparatorun, canlı gömüldüğü rivayet edilen Zeno ile aynı kaderi paylaşabileceğinden korkmuş olduğu anlaşılmaktadır.*


Alıntı: … ben bir zat tanırdım ki hayatında bir türbe bahçesinde lahdini hazırlatmış, bir de içerisine, ucu türbedar odasına giden bir çıngırak kaytanı koydurtmuştu.:
“Ölmekten korkmuyorum,” derdi, “fakat ya öldü diye gömerler, mezarda canlanırsam çıkamamaktan korkuyorum, çıngırağı onun için yaptırdım!”
Geçenlerde vefat etti, bittabi çıngırağı da çalamadı…
(Guguklu Saat, Refik Halid Karay)


* İmparator Heraclius’un vasiyeti yerine getirilir, cesedi üç gün boyunca açıkta bırakılır; ‘canlanmaz’, kaldırılıp gömülür.


*****


Azrail gelişi


İslam’a göre ‘can’ı Azrail isimli melek alır. Bence, mesela eşzamanlı ölümler meselesi yüzünden, (Tevrat’ta ve) Kuran’da yazmasa da, Azrail ölüm meleklerinin şefi, koordinatörü pozisyonundadır! Böyle bile olsa, bir zamanların (paganların/putperestlerin) ölüm tanrısı, (Tevrat’ta ve) Kuran’da melek yapılarak tenzili rütbe edilmiştir!


İşte bu Azrail, ölmek üzere olan bir adama göründü: “Adam başını kapıya doğru çevirdi, ‘geldi’ dedi ve hemen ardından öldü.” Bu açıklamayı iki görgü şahidinden duymuş ve ‘imanımı tazelemiştim’!.. Elbette iman sarmalından kurtulunca komik gelmişti… Bir doktor arkadaş, ki müminedir, pek çok ölüme tanıklık etmiştir, [imanlı] insanların ölümden hemen önce [din objeli] sanrılar gördüklerini söyledi.


*****


Ağır hastalık ve dindarlık


Din, ağır hastalıklarda, bazı insanlar için bir teselli vasıtasıdır. 1945’te verem olmuş bir savcının, hastalığını öğrendikten sonraki duygularını anlattığı (1947 tarihli) şu satırlar değerlidir (aynen alınmıştır):


Alıntı: Hastalığın ilk günlerinde olduğu gibi üzülmüyordum. Tamamiyle kendimi Ulu Tanrı’ya terk etmiştim… Bu düşünceler beni biraz olsun teskin ve teselli ediyordu. Öyle ya, madem ki her şey Cenabı Allah’ın emirleriyle oluyor ve bir insanın doğumundan ölümüne kadar geçireceği hayat tarzını Cenabı Allah önceden tesbit etmişti; o halde ölüm yazısı ve mukadderat dediğimiz bu ilahi hadiseyi değiştirmeğe imkân yoktu. Öyle ise, üzülmemek lazımdı. Çünkü bu akıbet benim için zaten mukadderdi. Bir başka zaviyeden de şöyle düşünüyorum. Hayat nedir; doğumdan ölüme kadar geçen ve nasıl geçtiği bir türlü anlaşılamiyan günler ki, çoğu acı ve elemli, bir çoğu gaile, pek azı ise iyi ve şen geçen günler. Yüz sene yaşayan bir ihtiyara ve 20 yaşında ölen bir gence, dünyada ne gördün suali sorulunca, her ikisi de, hiç diye cevap verirler. Şu halde sonu olmayan hayata bu derece bağlanmak ve kıymet vermek neye yar [yarar?] Sonu bir hiç olduktan sonra ne kadar yükselsen ve yaşasan, en son yerin yine toprak altı olunca, bu hayat için gam yemek doğru olmaz.
(Mustafa Cicioğlu’nun anı defterinden)


M. Cicioğlu (baba-dedemin baba bir kardeşi) 1948’de 29 yaşında vefat etmiştir. Defteri, tarafımdan elektronik ortama aktarılmış ve, düzenleme ve açıklamalar yapılarak kitap biçemine getirilip (‘Bir Nefes Sıhhat’ ismiyle) ciltlenmiş, ve sınırlı sayıda da olsa çoğaltılmıştır. Büyük amcam M. Cicioğlu’nu, hayatını ve duygularını kaleme aldığı için minnetle, (hiç görmesem de) yad ediyorum.


*****


İntihar


İntihar mektupları arasında en çarpıcı olanları ölürken, ölümün belirtileri hissedilirken yazılanlardır. Bir örnek bu topraklardan bir insanınkidir:


Alıntı: Ameliyatımı icra ettim, hiçbir ağrı duymadım. kan aktıkça biraz sızlıyor. Kanım akarken baldızım aşağıya indi. yazı yazıyorum kapıyı kapadım, diyerek geriye savdım. Bereket versin içeri girmedi. Bundan tatlı bir ölüm tasavvur edemiyorum. Kan aksın diye hiddetle kolumu kaldırdım. Baygınlık gelmeye başladı.


Canib-i zabıtadan gelecek tahkik memuruna[:]
“Size anlatmağa mecbur olmadığım bazı esbabdan dolayı terk-i hayata mecburiyet gördüm. Kendi kendimi öldürdüm. Benim yazım ve imzam alem-i matbuatta bulunan muharrirlerce malumdur. Binaenaleyh beyhude işgüzarlık edeceğim diye zaten matem içinde bulunacak familyam azası hakkında bi-lüzum tahkikata girişip de onları iz’ac etmeyiniz. Şu itirafnamem intiharın vukusunu müsbittir. Sizin vazifeniz kağıdı alıp bir jurnal ile makama takdim etmekten ibarettir.
Vücudumu teşhir olunmak üzere Mekteb-i Tıbbiye’ye teberruan bahşettim. Cenaze oraya naklolunmalıdır.”


Beşir Fuad
5 Şubat 1887
(http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=104840)


‘Numaradan’ intihar edenler (çakma intihar!) bir yana, intihar eden düzen-çevre mağduru zavallılara üzülürken Beşir Fuad gibi insanların intiharlarını ‘cesaretin zirvesi’, ölümlerini ‘büyük bir kayıp’ olarak niteliyorum. O nedenle, 1852’de doğmuş; askeri doktor, gazi, çevirmen, yazar ve pozitivist Beşir Fuad’ı hüzünle tazim ediyorum.
**
Yine intihar yoluyla ölürken yazılmış (Halit Ziya Uşaklıgil’in oğlu ve Mustafa Kemal’in eşi Latife hanımın yeğeni), Halil Vedad’ın mektubundan (1 Aralık 1937) bir kesit:


Alıntı: Anacığım, acıma sevin, korkmuyorum ve rahat konuşuyorum. Seni ve babamı çabuk beklerim. Daha sonra ne rahat! Hayatta çok bedbaht idim. Bu bir tesviye [hesap kapatma] çaresi idi. Ölüm ne kolay! Uykum çok… Bütün sevdiklerim Allah’a emanet…
(Hep Bizim İnanmamızı İstediler, Ma’amin, Gürkan Hacır)
**
Refik Halid Karay, “gerçekten” intihar eden insanların psikolojisini iyi tahlil edememiş:
Alıntı: İntihar eden her adama, kabil olsa da:
“Diril!”
denebilse muhakkak ki oynaya oynaya dirilir. Kurtulduktan sonra tekrar intihara kalkışanlar görülmüştür; fakat bunlar intihar esnasında korkusundan aklını büsbütün kaybeden ümitsiz delilerdir.
(Guguklu Saat)


Not. Kendi silahlarıyla intihar eden iki onurlu askeri, Kurtuluş Savaşı kahramanı Miralay (albay) Reşad’ı (1922) ve Kıbrıs Harekatı kahramanı albay Ahmet Özcan‘ı (1988?) saygıyla selamlıyorum.


*****


Kayıp


‘Kayıp’ Arapça Gaib (Gıyab)’den gelmektedir. ‘Gaybi Allah’tan başka kimse bilmez.’ tümcesindeki gayb, ‘gözden gizli olan’ anlamını taşımaktadır… Beni aşan etimolojik tahlili bir yana bırakıp esas konuya geleyim:


‘… kaybettik’, ‘Kayıp’, ‘Büyük Kaybımız’… Bir ölünün/ölümün ardından söylenen ve yazılan bu ifadelerdeki ‘kayıp’ vurgusu anlamlıdır, meramı tam olarak yansıtmaktadır.


Yaşlılık nedeniyle organları tükenmiş veya hafızasını kaybetmiş insan için ölüm, geride kalanlar için herhalde kayıp değildir. Eğer değerli bir kişi ise er ya da hatun kişi, zaten yapacaklarını yapmış; yakınlarına, insanlığa bırakacaklarını bırakmış ve ‘göçüp gitmiştir’. Güzel bir şekilde yad edilir, ismi çeşitli biçimlerde yaşar, yaşatılır. Yok eğer değersiz bir kişi ise, dünyaya yeterince bela olmuş biri olarak ‘geberip gitmiştir’; dünyadan bir pislik temizlenmiştir. İsmi unutulur veya lanetle anılır.


Ölen kişinin ‘kaybedilmesi’, eğer çocuk ise topluma yararlı olabilecek bir potansiyel değerin yitirilmesi, yetişkin ise yapabileceği yararlı şeylerin artık mümkün olamaması anlamını taşımaktadır kanaatimce.


Bu yazı Bilim Felsefe Din sitesinde yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder