21 Ocak 2011 Cuma

İran İslam Devrimi ve İmam Humeyni

 Sunuş:İtiraf edeyim İmam Ayetullah Humeyni ile ilgili olarak biyografi çalışması yapmaya karar verdiğimde bu kadar derinlikte çalışma gerektireceğini düşünmemiştim.Humeyni kendi biyografisi, eserleri, devrim lideri olarak incelenirken dönem İran’ından bahsetmemek mümkün değildir.Humeyni ismine yönelik bu çalışmada Humeyni biyografisi ve dönem İran’ına yönelik araştırmalar bulunmaktadır. Elbette üzerine yeni cümleler eklenebilir.Humeyni’nin eserlerini ve kitaplarını konu etmek çok daha farklı bir yola götüreceği için bu çalışmada sadece Devrim ve İmam’ın biyografisi üstünde durmaya çalıştım. Nasip olursa İmam Ayetullah Humeyni’nin kitapları ve görüşlerini başka bir çalışmada ele almak isterim.1979 İran İslam Devrimiyle İran’dan büyük bir antiemperyalist realite çıkaran, etkilerini ülkemizde de oldukça yoğun olarak gördüğümüz bir damar oluşturan, İslamcılığın temellerini atan, sevabıyla, günahıyla kalıcı bir iz bırakan İmam Ayetullah Humeyni’yi rahmetle anıyorum.


 Ayetullah Humeyni 1902-1989 ve İran İslam Devrimi 1979


 Ayetullah Humeyni ismiyle tanıdığımız Ruhullah,1902 yılında Humeyn kasabasında doğmuştur. Varlıklı, tanınmış ve otorite sahibi bir aileden gelmektedir. Küçük yaşta babasının şaibeli bir şekilde ölümüyle yetim kalmıştır.  Çocukluğunun geçtiği dönem İran, çalkantılı, kargaşaların olduğu, idamların ve kaçakçılığın kol gezdiği bir ortamdır. 17 yaşına geldiğinde ilahiyat eğitimi almaya başlar. İlahiyat eğitimi aldığı okul Şeyh Abdülkerim Hayri’nin açtığı okuldur. Dönem itibariyle anayasa tartışmaları sürüyordur. Genellikle bu anayasal değişikliğe müdahale eden alimlerin politize isimler olmasına karşın Şeyh Abdülkerim Hayri, mollanın politika ile ilgilenmemesi gerektiğini düşünen bir alimdir.


   Abdülkerim Hayri’nin öğrencisi iken gösterdiği başarı nedeniyle, öğrencilik sembolü olan takkesi değiştirildi ve bir üst kademe anlamı taşıyan sarığı hocası tarafından başına sarıldı.


   1922 yılında, Rıza Şah Devrimi olmazdan evvelki Şah rejimi iyice zayıflamıştı, askeri bir kökenden gelen Şah Rıza cumhuriyetin temellerini atmak istiyor, İslam’a sahip çıkacağına dair yeminler ediyordu. Mollalar cumhuriyet rejimine sıcak bakmıyordu.


   1925 yılında Rıza Şah, darbe ile yönetimi ele geçirdi. Şah’ın soyadı rejimiyle birlikte kardeşi tarafından belirlenen Ruhullah Mustafavi isim ve soy ismini almalarına rağmen, Seyid Ruhullah Musavi Humeyni olarak anıldı.


   1928 yılında sorunlar iyice büyüdü. Kraliçe geleneksel ayinlere katılmak için Kum’da bulunan Fatıma’nın türbesine gitti ve ayin ilerlediği sırada başını açtı. Bu durum ilahiyat öğrencilerinin ve mollaların bolca bulunduğu Kum şehrinde büyük bir sorun oluşturdu. Şah Rıza hem ilahiyat öğrencilerini askerlikten muaf tutmak gibi eylemler ile dindarları yönetmek hem de örtüyü ortadan kaldırmak gibi eylemler ile laikliğe çanak tutmaya çalışıyordu.(İran’da örtünün siyasal simge olmasının örtmekle değil açmakla ortaya çıktığının ispatı olan olay)


   Bu dönem Humeyni’nin ilahiyat eğitimi de devam ediyordu. O dönem ilahiyat eğitimi, medrese eğitimi alan öğrencilerin çalışma sistemleri arasında önce hocalarının verdiği bir ayet, ardından ayet üzerine sahabe ve alimlerin görüşleri sunuluyor ve bu yönde görüşlerin konuşulduğu bir ortamda öğrencilerde kendi görüşlerini sunuyordu. Bu eğitimin son ayağında öğrenci müctehid olurdu. Bu anlamda Humeyni 15 yıllık bu tarz bir eğitimden sonra 32-33 yaşlarında iken icazetini almıştır. Müctehidlere aynı zamanda ‘hocaül-islam’ (Allah’ın ispatı) deniyordu. Bu arada hemen belirtelim; ‘Ayetullah’ (Allah’ın işareti) kavramı, 1906 yılında anayasayı imzalayan alimleri onurlandırmak için çıkartılmış ve kullanılmış siyasi bir kavramdır.


   Hocaül-İslam olduğu zaman Humeyni aynı zamanda donanımlı bir öğretmendi. Çalışmaları arasında şiire de yönelmişti. Tasavvuf onun için önemli bir kaynaktı. İrfan ve hikmet üzerine yoğun çalışmalar, araştırmalar yapmaya devam etti.


   Şii ilahiyat okulları mezunlarının, tam bir öğretmen ve büyük amaçları olan ‘Ayetullahlar’ olarak kabul edilebilmeleri için sağduyulu ve politik olmaları ve manevra yapma yeteneklerinin bulunması gerekiyordu. Açıkçası ‘mükemmel insan’ kavramına kendini kaptırmış bir mutasavvıf olan Humeyni’nin de gerçeklerle yüzleşmesi gerekiyordu. Din adamlarına özgü politikada her tür politik etkinlikte olduğu gibi hizipçilik, popülizm ve lobi faaliyetleri normaldi.


   27 yaşında iken Humeyni kendi çevresinde bir öğrenci topluluğu oluşturmuştu.


   1930′larda derslerine ‘ahlak bilimi’ derslerini de eklemişti. Bu eyleminin nedeni, halkı uyandırmaktı.


   1942 yılında laikliği ve Şah’ı eleştiren aynı zamanda Şah’ın taşeronluğunu yapan din adamlarını eleştiren ‘Keşfül Esrar’ isimli eserini yazdı. Böylelikle siyasi görüşlerini sunmaya başladı.


   1950 yılına gelindiğinde bir din tarihçisi Humeyni’yi ‘büyük bir hoca ve büyük bir siyasi kişilik’ olarak tanımladı.


   Öğrencileri arasında politik görüşleri Peygamberin görüşlerine benzetiliyordu. Zaten Humeyni görüşlerinin arasına Hz.Ali’nin adaletini ve Hz.Hüseyin döneminde yaşanan zulmü de ekliyordu.


   Bu dönemlerde derslerini yaptığı Kum şehrinden, daha az tanınmış bir yere sürüldü. Derken dersleri 8 yıl yasaklandı.


   Yine bu dönemlerde İran’da dini isimlerin bir önderi olurdu. Dönem itibarı ile Burujerdi önderliği yürütüyordu. Humeyni, Burujerdi ile yakın ilişkiler içerisindeydi. Bu dini isimler arasında Burujerdi, dini bir isim iken Kaşani daha siyasi bir isimdi. Genellikle bu tür dini önderlikler yaş haddi ile sınırlı idi. Daha çok yaşlıların önder olduğu biz düzen vardı. Burujerdi ve yanındakiler kısmen Şah’ı destekliyordu. Kaşani ise Şah’ı eleştiriyordu. Ancak Kaşani’nin hatası siyaset yapmak yerine İslam’ı siyasallaştırmaktı. Bu dönem Humeyni çok konuşmuyordu, önderlik Burujerdi’de iken konuşma zorunluluğu hissetmiyordu. Burujerdi için imanın sürdürebilmesi Şah ile işbirliği yapmaya dayanırken, Humeyni laiklik ile mücadeleyi uygun buluyordu.


   1960-61 yıllarında var olan siyasi krize eklenen ekonomik kriz nedeniyle İran iyice açmaza girmişti. Bu dönem Şah rejimi kadınların oy kullanması ve Müslüman olmayanlarında oy kullanabileceği reformunu yasallaştırmak istedi. Şah’ın aleyhine düşünen Humeyni için bu bir fırsattı. Humeyni hemen bir ‘Din Adamları Zirvesi’ başlattı. Bu durumu protesto eden metinler yayımladılar. İki tarafta boş durmuyordu; din adamları bu eylemlerin batıyı taklit olduğunu söylerken, Şah ve taraftarları mollaları İran’ı karanlık çağlara hapsetmekle suçluyordu ve kadınları kendi yanlarına çekmek istiyordu. Olaylar ve protestolar büyüdü. Sonuçta hükümetin bu reformu, mollalar lehine sonuçlandı; kadınların oy hakkı bir başka döneme ertelendi, oy verenler arasında Müslüman olma zorunluluğu yasası olduğu gibi kaldı. Şah bir kez daha mollalar karşısında ezik duruma düştü. Bu arada Humeyni orta sınıfın takdirini kazandı.


   1963 yılında Şah ve mollalar arasındaki husumet iyice büyüdü. Hapishaneler dindar insanlar ile dolmuştu. Halk durmadan bu durumu protesto ediyordu. Bu dönem 1963 İsyanı gerçekleşti. Ayetullah Gülpeyegani, Cafer el-Saddık için bir tören düzenleyecekti. Tören başladıktan kısa bir süre sonra provakatörler, Şah’ın adamları sakin devam eden tören ortamında gerginlik çıkarttılar. Olaylar büyüdü, tören bölündü, birçok ilahiyat öğrencisi çatıdan atıldı. Birçok insan öldü. Şah adamlarından bazıları da öldürüldü. Törenin yapıldığı okul savaş alanına döndü. Sokaklar Şii geleneğine göre matem tutan, ağıt yakan insanlar ile doldu. Ve Cafer el-Saddık törenleri yapmak yasaklandı.


   İzleyen haftalarda hükümet mollalara karşı durmaya devam etti. Buna rağmen Humeyni’nin öğrencileri onun görüşlerinin olduğu el yazması broşürleri dağıtıyorlardı. Bu dönem bir rivayete göre, Şah Humeyni’ye bir mektup yazmıştır ve ‘ babanın çizmelerini giyip, gelip seni döveceğim’ demiştir. Mektuba cevap olarak Humeyni ‘babamın çizmeleri sana oldukça büyük gelir’ cevabını kendisine göndermiştir.


   Yine aynı dönem hükümet din adamlarından bazılarını Necef’e sürmek ister. Bu sürgün isimler arasında Humeyni’nin ismi de vardır. Sürgün emrini gerçekleşmezse öldürülecekleri tehditi de bu ’sürgün’ mesajına eklenmiştir. Tüm bunlar olurken Şah rejimi o güne kadar askerlikten muaf olan ilahiyat fakültesi öğrencilerini ve kadınları zorla askere almaya başlamışlardı. Hapisler, gözaltılar sürüyordu. Humeyni’nin bir öğrencisi de tutuklanmıştı. Şah rejimi tüm bunlar olurken Humeyni’nin yanına kendi adamlarından birileri sokuyor, onlara dindar insanlar süsü veriyordu. Bu yakınlaşmalardan Humeyni’ye iftira atılacak ortamlar hazırlanması umuluyordu.


   Düzen böyle devam ederken hem Humeyni hem de etrafındakiler iyice kontrol edilir olmuştur. Derken yasaklı olan Cafer el-Saddık törenlerinin 40. yas günü geldiğinde tüm engellemelere rağmen Humeyni bir dini lider olarak çıkıp konuşmasını yapar. Onu dinleyen kalabalık daha sonra gidip hükümet binası önünde Şah aleyhine sloganlar atar.


   1963 yılı idamlar, tutuklanmalar, gösteriler ile sürerken haziran ayına gelindiğinde bir başka olaya daha vuku buldu ve Humeyni tutuklandı. Tutuklanma haberinin yayılması üzerine taraftarları eylemlere başladılar. Humeyni tutuklanıp Tahran’a götürülmüştü ancak halk Kum şehri sokaklarını doldurmuştu. Kalabalığa ateş açma tehtidiyle kısmen durdurulan eylemler, Tahran’a yürüyüş ile devam etti. Şah çok zor bir duruma düştü. Humeyni’yi ancak 10 ay tutuklu tutabildikten sonra mecburen serbest bırakmak zorunda kaldı. Serbest kalışından sonra kısa bir süre sonra Humeyni yine Şia’ya göre özel bir güne tekabül eden bir gün de kalabalığa evinin önünden çıkıp çok etkili bir konuşma yaptı. Hemen akabinde Savak tarafından tutuklandı ve Türkiye sürgünü için kendisine yol verildi.


   Türkiye sürgünü pek olumlu geçmez. Bursa’da bir askerin evinde kalır. Pek konuşmaz, huzurlu değildir. Daha sonra Irak’a sürgün için yola çıkılır. Irak Türkiye’ye oranla daha güzel geçer. Bir çok insan ve din alimi Humeyni’yi kaldığı yerde ziyaret eder, sevgilerini sunarlar. Humeyni burada fazla konuşmaz ve siyasi bir mesaj vermez. Irak’ta Şah aleyhine kısa kısa gösteriler olur. Bu arada Irak’ta Baas Rejimi (Baas Hareketi: Baas Arap dilinde yeniden diriliş anlamına gelmektedir. 1940 yılında Suriye‘de kurulan bu hareketin ilk teorisyenleri Ekrem Havrani ile Michel Eflak‘tır (Eflak, Suriyeli bir Hıristiyan ve bu ideolojinin efsanevi lideridir). Baas ideolojisi, amaç olarak Ortadoğu’da tek bir Arap devleti kurulmasını benimsemiştir. Partinin sloganı Birlik, özgürlük ve sosyalizm idi. Parti ideolojisi Parti birliğine ve dış baskılara karşı durmaya dayanıyordu. Baas hareketi Suriye‘de ortaya çıkmışsa da, Irak’ta da taraftar bulmuştur. Baas Partisi Suriye ve Irak’ta yaptıkları devrimlerle iktidarı ele geçirmişlerdir. Saddam Hüseyin ve Hafız Esad Baas akımının son temsilcileridir.) etkendi, Baas Rejimi Sünni kökenli olması nedeniyle Humeyni’ye karşı idi. Ancak Humeyni burada Rejim ile çatışmadı. Irak’ta bulunan ve kısmen baskı gören Şii’ler sık sık ziyarete geliyordu. Zaten 1969 yılında İran-Irak arasında sınır nedeniyle bir husumet doğmuştu.


   Humeyni Irak’ta iken Şah boş durmuyordu, birçok dindar insanı tutuklatıyor ve idam ediyordu. Halk ve Şah arasında en büyük uçurum İran Şahlığının 2500. Yıl kutlamalarında ortaya çıktı; halk ekonomik kriz içindeyken çok gösterişli bir kutlama etkinliği yapılması halkın tepkisini aldı. Köylüler Şah’a karşı silahlanmaya başlamışlardı. TUDEH gibi solcu ve laik kesimler dahi Şah aleyhine düşünüyor, halk hareketine destek veriyordu.


   1977 yılına gelindiğinde Ali Şeriati gibi tuhaf bir şekilde Humeyni’nin oğlu Mustafa genç yaşında kalp krizi geçirerek öldü. Olayın kesinlikle bir Savak işi olduğu biliniyordu. Bu ölüm olaylarının büyümesine neden oldu. İnsanlar sokaklara dökülüyor, Devrim sloganları atıyordu. Humeyni’nin ses kayıt kasetleri öğrencileri tarafından dağıtılıyordu.


   1978 yılında Humeyni, Kuveyt’e geçmek amaçlı pasaport aldı. Ancak sınırda siyasi sürgün olduğu gerekçesi ile geri çevrilince Fransa’ya gitmeye karar verdi. Humeyni Fransa’ya gittiğinde önce bir apartman dairesine oradan gelen misafirlerinin çokluğu nedeniyle mahallenin rahatsız olmasından dolayı bir köye, bahçe içinde bir eve taşındı. Burada çok fazla sayıda ziyaretçisi oluyordu. O İran için mesajlar vermeye devam ediyordu. Verdiği mesajlar arasında İran’da olası bir devrimde hem İslam’ın temellerine sahip çıkacağını hem de kadınların haklarına dair reformlar getireceğine dair bir anlamda modern uygulamalarda bulunacağına dair notlar düşüyordu.


   Devrim Takvimi 1978


 7 Ocak’ta İttila Gazetesinde Humeyni hakkında iftira dolu bir makale yayınlandı.


 8 Ocak’ta Kum şehrinde makaleye tepki olarak 4000 öğrenci sokaklara döküldü ve sürgündeki Humeyni’nin dönmesi için eylem yaptı.


 9 Ocak’ta eylemler sürdü, halk asker ile çatışmaya girdi.


 7 Şubat’ta işçiler greve girdi.


 15 Şubat’ta öğrenciler yeniden Şah aleyhine yürüyüş yaptı.


 19 Şubat’ta halkın Tebriz’de bankaları, sinemaları, meyhaneleri basması üzerine Şah Rıza Tebriz valisini görevden aldı, SAVAK’ı etkisiz kalması nedeniyle kınadı.


 20 Şubat’ta Tebriz halkı hükümet tarafından hain ilan edildi.


 3 Mart’ta Şah BBC’ya yaptığı açıklamada Kum ve Tebriz olaylarının ” komünistler ve gericilerin ” birleşmesinin sonucu olduğunu iddia etti.


 20 Mart’ta İngiltere Savunma Bakanı, İran’a gelerek Şah’a silah ve tank satmakla ilgili görüşmeler yaptı.


 5 Nisan’da polisler “çok yaşa Şah” diye bağırmayı ret eden iki din adamını öldürdü.


 10 Nisan’da hapishanelerdeki tutuklar yoğun işkenceye karşı açlık grevine başladı.


 17 Nisan’da İngiltere Savunma Bakanı: ” Şah rejimini destekleyeceğiz; zira Şah devrilirse, İngiltere’nin çıkarları tehlikeye düşecektir ” dedi.


 5 Mayıs’ta İmam Humeyni, Le Monde muhabiriyle yaptığı görüşmede; ” komünistlerle işbirliği yapmayacağız” dedi.


 15 Mayıs’ta genel grevler başladı.


 4 Ağustos’ta Şah olayların kötüye gitmesi üzerine SAVAK’ın yetkilerini kısıtlayacağını ve yeni partiler kurulacağını ilan etti.


 14 Ağustos’ta İsfahan’da sıkıyönetim ilan edildi.


 23 Ağustos’ta Şah’ın bir komplosu sonucu bir sinema dolusu insan yanarak öldü.


 7 Eylül’de artık iyice yaygınlaşmış olan gösterilerde halk ve asker yakınlaşmaya başlamıştır. Halk askere çiçekler atar ve ” askerler kardeşimiz, Humeyni liderimiz ” sloganı atmaya başlar.


 8 Eylül’de Kanlı Cuma diye bilinen olay gerçekleşir. Halk ve askerin yakınlaşması üzerine, orduda bölünme olma ihtimaline karşı hükümet sıkıyönetim ve sokağa çıkma yasağı ilan etti. Ancak binlerce insan yürüyüşe başladı. Jale Meydanı’na gelindiğinde, askerler üzerlerine ateş açtı. Çocuk, kadın, yaşlı binlerce kişinin öldüğü bu olay Kanlı Cuma olarak anıldı.


 6 Ekim’de İmam Humeyni, Necef’ten Fransa’ya gitmek zorunda kaldı.


 24 Ekim’de ilköğretim ve lise öğrencileri Tahran Üniversitesinde namaz kılarak eylem yaptı.


 26 Ekim’de Humeyni her türlü uzlaşmayı ret etti.


 4 Kasım’da Şah yürüyüş yapanları kurşuna dizdirdi.


 1978 yılı böyle bitip, yıl 1979′a gelindiğinde;


 6 Ocak’ta greve gitmiş olan basın, Humeyni’nin emriyle Şah’ın cinayetlerini yazmak için grevi bıraktı.


 8 Ocak’ta işlenen cinayetler nedeniyle Humeyni genel yas ilan etti. Aynı gün Şah’ın askeri ve Başbakan’ı Azhari İran’dan kaçtı.


 13 Ocak’ta Humeyni tarafından ilk İslam İnkılap Şurası kuruldu.


 16 Ocak’ta Şah İran’dan kaçtı.


 1 Şubat’ta Humeyni 15 yıllık sürgünden sonra İran’a döndü.


 5 Şubat’ta Humeyni Mehdi Bezirgan’ı başbakan olarak atadı.


 11 Şubat’ta inkılap zafere ulaştı.


 11 Nisan 1979′da İran İslam Cumhuriyeti resmen kuruldu.


 İslam Cumhuriyeti


 Aslında “devrim” zafere ulaştığı zaman değil, devrimden sonraki süreçte ölçülebilir.


   Devrim liderleri tarafından kurulan İslam Cumhuriyeti, imamet modeli üzerine inşa edildi. Devlet iki asli bileşenden oluşmaktaydı; yapı ve fonksiyoncu. Yapılar, İslami fonksiyonlar düzenleyecek şekilde oluşturuldu.


   Şia geleneğinden hep var olan din adamı ve molla gurubu bir dönem iktidara destek olma, arka planda mutlaka bulunma realitesi yanında hep bir tampon görevi görmüştür. Ancak İmam Humeyni bu geleneğe pratikte son vermiştir. İmamlara siyasal kararlar alması yetkisi vermiş, buna teşvik etmiştir.


   İmam Humeyni için anti-emperyalist ve anti-laik duruş bir tercih olmuş ve bunu başarıya ulaştırmıştır. Onun o etkili çıkışından sonra Batı bu gün bile İran üzerine oynayamamaktadır.


   İnsan eliyle girişilen olayların niyeti iyi olsa dahi akıbetleri kötü olabilir. Amaçlar yolundan sapabilir. İnsan lehine diyerek yola çıkılan bir anlamda başarıya ulaşıp, bir zulmü ortadan kaldırabilir ancak bu girişim bir başka zulmü istenmese de doğurabilir.


   İran İslam Devrimi ve Ayetullah Humeyni bu minvalde değerlendirilmelidir.


   Devrim Sonrası


   Devrimden sonra Humeyni direkt olarak kendi başa geçmedi. Kısa bir dönem Bezirgan’ı görevli olarak atadı. Din adamlarından oluşan guruplardan bazı isimler liberal buldukları Bezirgan’dan memnun değillerdi. Bir an önce İslami şartlara uygun bir yönetim istiyorlardı. Bezirgan hükümeti içerisinde laikler ve ulusalcılar durumun din adamları emrinde geliştiğini görünce istifa etmeye başladılar. Bu dalgalanma Bezirgan’ın istifası ile son buldu. Derken anayasa acil bir şekilde hazırlandı. Anayasaya ‘egemenliğin Allah’ın olduğu’ notu eklendi. Kağıt üzerindeki anayasa kuvvetler ayrılığını (yasama-yürütme-yargı) içeriyor, neredeyse halkın tümünün politik katılımına izin veriyordu. Fakat fakihin yani din adamlarının her düzeyde veto hakkı olduğu için bu tür anayasal reformlar bir anlam ifade etmiyordu. Elbette Veliyi Fakih Humeyni olacaktı.


   Tüm bu olayların eksenindeyken bir yandan din adamlarının baskısı, bir yandan Marksistlerin eleştirileri, bir yandan sertleşen yönetim şartları, tutuklamalar, üniversitelerin bir süreliğine kapatılması, baskılar, TUDEH Partisi’nin kapatılması aynı zamanda patlak veren Irak savaşı, Batı’nın rahat durmaması gibi etkenler devrim sonrası günlerin aslında çok aydınlık olmadığının göstergesiydi.


   Çok fazla sayıda insan devrim aleyhine çalışmaya başlamıştı. Bunlardan tutuklananlar ve idam edilenler oldukça fazlaydı.


   1989 yılına yaklaşırken Humeyni iyice hastalanmıştı. Kanserdi, gözleri zor görüyordu. O dönem Salman Rüşti için Şeytan Ayetleri kitabı nedeniyle fetva verdi.


   1989 yılında öldü. Cenazesi binlerce insanın katımlıyla normalin çok üstünde bir cenaze töreni oldu. İzdihamlara sahne oldu. Uzun bir ömür çalışma, sürgün, sonuç bölümlerinden sonra son buldu.


   İyi niyetler ile başlayan, zorluklarla devam eden, diğer etkenlerin aktif olduğu, iyi niyetlerin kötü sonuçlar doğurduğu bir devrim sürecinden sonra Humeyni ile ilgili çok şey söylenebilir ancak onunla ilgili söylenebilecek en önemli şey; sıradan bir insan olmadığıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder