13 Şubat 2011 Pazar

Sokakta yaşayan çocuklar (1)

Sunuş: Sokakta yaşayan çocukların gözlerine dikkatle baktınız mı hiç? Yoksa arabanıza yaklaştıklarında merkezî kilit sistemine basıp hızlananlardan mısınız? O rahatsız edici gözlere biraz bakın. Bize bizden bir şeyler yansıtıyorlar sanki?


Bizim “en alttakiler” onlar. Bizi kâh korkutan, kâh üzen ama daha çok acıma duygusu uyandıran. Önceden belirlenmiş davranışlar sergiliyor o çocukları görenler. Kendilerini aklayacak savunma mekanizmaları harekete geçiyor:  “Kazık kadar adam olmuş, bir iş bulup çalışsa ya! Bu hale düştüyse kendi suçu değil mi biraz da?”. Ya da bir başka şemsiye açılıyor, “düzene”, hükümete, kapitalizme sövüyor vicdanını duymak istemeyenler.


Şeyma Tamer ise sessizce ve dirayetle “başka bir yol olmalı” diyenlerden. Okuyacağınız yazı dizisi çareler, çözümler öneren ve tam da bu sebeple oldukça sıra dışı olan bir çalışma. İçerik itibariyle alışılagelmişin ötesinde, İnsan’ı, İlim’i, Akıl’ı ve Vicdan’ı merkeze alan bir… ödev. Evet, Şeyma Avrupa İslam Üniversitesi, Psikoloji Bölümü 1. Sınıf Öğrencisi. Bu sebeple Şeyma’nın bir öğrenci olması da umut verici. Karşılaştığı güzel insanlar, Üzeyir Öz ve Yusuf Ahmet Kulca, yürütülen projeler, yapılanlar ve yapılacaklar kadar güzel. Hayra vesile olması umuduyla yayına giriyoruz.(MY)


Önsöz (Şeyma Tamer)


Sokakta gördüğümüz zaman kimimizin kafasını çevirip yoluna devam ettiği, kimimizin acıyarak baktığı, kimimizin korktuğu, kimimizin kızdığı sokak çocukları ve onların yaşama tutunma çabaları… Bu konuda nelerin yapılabileceği ve bu sorunun nasıl çözülebileceğini öğrenmek için iki değerli insanla mülakat gerçekleştirdim. Söylediklerini mümkün olduğu kadar değiştirmeden, olduğu gibi aktardım ki söylediklerinin büyüsü bozulmasın ve benim onlarla görüşürken hissettiğim duyguları bu mülakatı okuyan herkes de hissetsin.


Mülakatı iki ayrı kişiyle gerçekleştirdim, Üzeyir Öz ve Yusuf Ahmet Kulca. Yusuf Bey ile mülakatı gerçekleştirmek için birlikte çay bahçesine doğru giderken tevafuk eseri üç kişi ile karşılaştık, Yusuf bey onları da çay içmeye davet etti. İkisi bir zamanlar sokak çocuğu olan ama şimdi mesleğini eline almış, evlenmiş kişilerdi. İçlerinden E. ile olan görüşme notlarını da aktardım. Yusuf Bey ile görüşme yaparken, kendisi de bazı konularda kendi yaşadıklarından örnek vermek istedi, onun haricinde hiç birini tedirgin etmemek için farklı sorular sormadım. Soruları beğendiğini söylemesi ve bana güvenmesi beni memnun etti. Kendisi kimliğinin açıklanmasını istemediği için fotoğraf çekiminde de yer almadı.


Bir diğeri ise Özgür, 18 yaşında ve hala sokaklarda yaşıyor. Tinerci bir genç, masada çay içerken dahi sürekli cebinden tiner şişesini çıkarıp bir beze döküp kokluyordu. Davranışları tıpkı bir çocuk gibiydi, her ne kadar söylenilenleri anlasa da tiner çektiği için olsa gerek çok fazla bilinci yerinde değildi. Ama Yusuf beyin onunla ilgilenmesi görülmeye değerdi. Gayet babacan bir tavırla, hadi canım benim hatırım için tineri cebine koy diye rica ediyordu. Çay bahçesinde oturduğumuz süre zarfında Özgür’ün karnını doyurdu, Özgür bir ara vücudunu kaşıyınca kontrol etti, evladım kendine dikkat et aman hasta olma dedi, yurda gelmesini ve banyo yaptırmayı teklif etti. Özgür’ün fotoğraflarını Yusuf Bey çekti, benim onları rahatsız etmemek için çekmediğimi anladı sanırım, fotoğraf makinemi alıp o çekti.


. Benim için çok güzel bir gündü, samimi konuşmaların olduğu, duygusal anların yaşandığı ve çevredeki insanların şaşkın bakışları… Ayrıca o gün sünnet olmayanların askere alınmadığını öğrendim. Gayrimüslimler için bu geçerli değilmiş, Müslümanlar için geçerliymiş. Yusuf Bey E.’den bahsederken sünnet olmadığı için askere gidemediğini söyledi, 24 yaşında sünnetini yaptırmış. Mülakatlar sorunun ne olduğu, nasıl çözülebileceği ve sonuca dair bilgiler içerdiği için bu konuda yorumu okuyucuya bırakıyorum.


 


BİZİM ÇOCUKLARIMIZ


SOKAK ÇOCUKLARI HAKKINDA YAPILAN 10 OCAK 2011 TARİHLİ


YARI YAPILANDIRILMIŞ MÜLAKAT ÇALIŞMASI


SOSYOLOJİ DERSİ


 


 


Adı:     E.


Yaşı:    30-35


 


Ş.T.                  Sokaklarda ölen çocuklar var mı?


E.                     Vietnam’da Amerika, savaşta ne kadar asker kaybettiyse, sokaklarda da o kadar kaybediliyor. Birbirlerini de öldürebiliyorlar, kazayla da ölebiliyorlar. Nerden baksanız 50′ye yakın arkadaşımızı kendi ellerimizle gömdük. Birisi denize atladı öldü, bir tanesi trende sıkıştı öldü. Mağarada 3-4 arkadaşımız öldürüldü, kendi aralarında baktığınız zaman sayısız ölümler var.


 


Ş.T.                  Sokak çocukları, kendilerini nasıl bir yere koyuyorlar? Değersizlik duygusuna kapılıyorlar mı?


E.                     Değersiz? Ben kendimden bir örnek vereyim, arabanın lastiği ile kendimi askerden geldikten sonra kıyaslamıştım. Askerden yeni geldim, arabaya baktım, tempra arabaya dedim ki; ben bu arabanın neresi ederim? İki lastiği mi, iki kapı kolu mu? O kadar kendini şey görüyorsun, yani bir arabanın şeyiyle kıyaslıyorsun, lastikleriyle, kapı kollarıyla, kendinde bir değerin yok yani. Bu kadar değersiz hissediyorsun, bir gelecek şeyin yok.


 


Ş.T.                  Peki siz değersizlik duygusunu nasıl aştınız?


E.                     Ben nasıl aştım… Ben, Yusuf abi ile biz karşılaştığımızda sene 93′tü herhalde, 91… daha evveliyatı var 89 gibi. Şu uydu satılanın altında bir şey vardır, merdiven altı vardır, biz, orada kalırdık, orada ateş yakardık. Kadıköy grubu vardı, Üsküdar grubu vardı, gruplar vardı. Biz o zaman Kadıköy grubuna aittik, Yusuf abi ile orada karşılaştık, sonra Eminönü’ne geldi orada bir daha karşılaştık, o zaman ben sokaktayım. Bana dedi ki; sokaktaydım, E. dedi, yurtta da karşılaşmıştık Kadıköy yurdunda, Eminönü’ne geldi, parkına geldi, orada biz kalabalık bir gruptuk. En az 15 kişi kışın sokaktaydık. E. dedi, ben dedi yurt açtım dedi Sefaköy’de, düşünür müsün gelmeyi, kalmayı falan. Ben güvenmedim şimdi, yani kimsin, nesin beni çağırıyorsun ama tanımıyorum güvenimde yok.


 


 


Ş.T.                  Sokak daha güvenli geldi yani!


E.                     Daha güvenli, her zaman için sokak daha güvenli.


Y.A.K.  En azından orayı biliyor, öbürünü bilmiyor. Öbür tarafını bilmediği bir şeye tabi güvenmeyecek, çünkü bilmiyor, bilmediği bir şey, ama sokakta her yeri biliyor. Arkadaşlarını biliyor, kimden zarar geleceğini biliyor, neresi güvenli nerde kalabilirim, nerde yemek yiyebilirim, nerde yatabilirim her şeyi biliyor.


Ş.T.                  Ama orada götüreceği kişinin ne yapacağı belli değil.


Y.A.K.  Evet bütün problem de orada zaten.


 


E.                     Sonra Taksim Beyoğlu’nda dernekte karşılaştık, Yusuf abi o kadar ilgilendi ki. Babanın yapamayacağı şeyleri o kadar seninle yakın ilgileniyor yani. Benim sünnetimi yaptı, ne kadar garip. Kaç yaşındayım benim sünnetimdeydi, benim düğünümdeydi, benim işte askerlikte yanımdaydı yani. Her kademede bir babayla, benim babamdan hiçbir şey görmedim mesela. Biz babamla, bugün ben babamdan nefret ediyorum hala. Geçmişe bakıyorum hep beni aşağılar şeyi vardı. Üvey annemle büyüdüm ben, öz annem X şehrine geldi. Ben daha küçüktüm 4 yaşındaydım, hatırlamıyorum onu. O X şehrine geldi kendini kurtardı. Bir yuva yapmış, evlenmiş, beni Y şehrinde bıraktı. Ben üvey annemle yaşadım, ama üvey annem de 5 tane çocuğunu bırakıp babama gelmiş. Şimdi o kadın, ben 5 çocuğumu bıraktım diye orada beni gözüne kestiriyor yani. Bu çocuk da gidecek… yani ben 5 çocuğumu feda ettim, senin evine geldim, karın oldum, o çocuğu da ben barındırmayacağım, yaşatmayacağım deyip kafasında bir şey kurdu sürekli. Ben o baskıdan dayanamayıp İstanbul’ geldim.


            İstanbul’da onlardan kaçmayı özgürlük olarak görüyorsun işte. Oradan buraya gelmek benim için mutluluktu. Buraya geldim, Taksim’de Yusuf abiyle karşılaştığımızda insanların ona güvendiğini gördüm. O an ben de güvenmek istedim. Yurdu bir görmek istedim önce bir, görme amaçlı gittim kaldım. Ondan sonra kaldıktan sonra işe soktu Yusuf abi, iş hayatımız oldu kısa bir süreli. Ama bende bir şey vardı, özgüven derken biraz hani liderlik ruhu vardı. Çocuklara liderlik ruhu, onlara abilik yapabilme şeyi. Aynı ailede olduğu gibi birbirinizi koruduğunuz için, dışarıya karşı, diğer insanlara karşı, olumsuzluklara karşı, orada da bir saygı sevgi çerçevesi var.


Yusuf abi askere gönderdi, askerden geldim, askerden geldikten sonra işte konuştuk, bana şey dedi. Artık siz büyüdünüz dedi, şimdi evliliğe atılmamız lazım dedi. Öyle bir projeleri vardı o zaman. Gençlere ev açacağız, önce üç dört ay kiranızı vereceğiz, sonra biz arkanızda duracağız dedi. Sonra onların o uygulamasına girdik, bir ev tuttuk arkadaşlarımızla Kadıköy’de. Ama bu arada Yusuf abi’nin derneklerinde olan bir bayan vardı, beni X şirketinde işe soktu. O bayanın sayesinde ve tabi ki Yusuf abinin sayesinde işimiz oldu. O güvendi, ben dedi E.’ye kefilim dedi, o çalışır dedi. Onun o şeyi bana bir iş kazandırdı. Ve bana işyerimde patronumun bana şey tanıması, tolerans tanıması işte bana yardımcı olması, gerçekten ama içten, bazıları yardımcı olmuyor o bir gerçek.


 


Ş.T.                  Gösteriş olarak işe alanlar var değil mi?


E.                     Tabi var, çok var. Seni 2 ay deniyorlar sonra sana yalandan bir mazeret üretiyorlar, kendi dostunu almak istiyor, kendi arkadaşını almak istiyor. Seni orada hemen gönderebiliyor. Ama oradaki patron gerçek bir patrondu, benim dişim ağrıdığında özel arabasıyla beni kendi dişçisine götürüp getirebilecek kadar doğru bir insandı. Bunları hiç unutamıyorum.


            O şeyi özgüveni görünce tabi ben borsa da oynamaya başladım. Borsaya girdim para kazandım, bir cafe açtım o güvenle, arkadaşlarla ortaklaşa bir şeyler yapmaya çalıştık, hayat tabi ki tecrübe bunu sana gösteriyor, olmuyor. Yani o olmadı, yanlışlıklar oldu. Arkadaşlarımız beceremedi, çocukluk arkadaşlarımla böyle bir hayallerimiz vardı. Yaptık ama borsadan çok büyük para gelmesine rağmen o hayalimiz olmadı. Oradaki ortam çok farklı bir ortam, evet onlarla açtım, onları da ortak yaptım 3-4 tanesini ama onlarda işletmecilik ruhu yoktu. Böyle bir girişimcilik yaptık ama olmadı. Ben artık kendimi toplamıştım, bir işimiz vardı sonra evlenmeyi düşündüm. Bayan bir arkadaşımla tanıştım, o X semtinde oturuyordu, onunla bir evliliğimiz oldu. Sonuçta benim kendime özgüvenim geldi. İşte Vakıf Bankası’ndan gayrimenkulleri takip ettim, oradan Z şehrinden görmeden arsa aldım. Onu sattım bir ev aldım, yeni bir ev daha aldım. Şimdi iki dairem oldu. Hayat böyle şey yapıyor seni, aşıyor seni yani. Hayatta iki tekerlekle kendini kıyasladığın dönemden şimdi bakıyorum ki 400 milyarlık bir şeye geldim. Demek ki hayat bu kadar basit bir şey, yani yapabiliyorsun. Bir şeyi istersen oluyor, yani inanmak işin püf noktası.


 


 


Ş.T.                  Hayata karşı öfkeleri, varoluşa dair isyanları var mı?


E.                     Çok zayıflar, oturup ağlıyorlar yani. Gecenin bir yarısı mesela, en çokta nezarethaneye düştüklerinde kendileriyle baş başa kalıyorlar. Yani bir karakola düştüklerinde yani gecenin bir vakti olduğunda, kendilerini yalnız hissettikleri, en çaresiz hissettikleri dönem oluyor.


            Ben 9 yaşında geldim Y şehrinden İstanbul’a. Kadıköy’e gelmiştim ilk başta sene 83 falandı. 2. Sınıfı geçemedim, o yüzden kaçmıştım. Geçemedim dayak yiyeceğim diye, İstanbul’a geldim, 9 yaşındaydım, polisler aldı beni nezarethaneye koydular. İstanbul’a geldiğimde çok mutluydum, oradan kurtuldum diye ama nezarethaneye girdiğinizde o şeyle ağlıyorsunuz. O öfkeyle ağlıyorsunuz yani. Ben o yaştan sonra 9 yaşından sonra İstanbul’da büyüdüm zaten. Gitmeler bir daha gelmeler…


            Sonra işe askere gittiğimde de, babam yine bana, bak işte oraya gittin, göreceksin gününü falan, ben sana yardım etmeyeceğim… Mucize gibi bir şey yani sokaktan kurtulmak inanın. İlk başta düşünmüyorsunuz zaten, kurtulacağım bir hayat kuracağım, çalışacağım bir mesleğim olacak bilmem ne bunların hepsi bir hayal. Öyle bir şey kurmuyorsun, ben çocukken o yaşlarda ne hayal kurardım diye baktığım zaman, film kahramanı oluyorsun sevdiğin filmlerden, onun haricinde bir şey kuramıyorsun. Maçları izlediğinden bir futbolcu oluyorsun hayalinde ya da. Onun haricinde hiçbir şey yok. Sadece kitaplarda geçiyor. Çocuk ruhuna erişemiyorsun, ergenlik görmüyorsun. Çünkü bütün arkadaşların sokakta, sana bir şey öğretmiyorlar. Sadece yaralanacaksın, ölebilirsin işte hep ölüm tehlikesi yaşıyorsun, polislerden şiddet görüyorsun, kendi arkadaşlarından yine bir şekilde şiddet görüyorsun. Sokakta gaspçılarla karşı karşıyasın. Gecenin bir vaktinde 2′de, 3′de onlarla hep yüzleşiyorsun. Yani tehlikelerle karşı karşıya gelebiliyorsun. Sokak hayatında sadece öleceğini düşünüyorsun. Buralardan kurtulamayacağım, ceza evine gireceğim vs.


            Ama derneğin olması çok büyük bir umut oldu. Aslında derneğe de kurtulacağız diye değil de, sokakta başımıza bir şey gelmesin diye gidiyorduk biz oraya. Ama sokaktan kurtulmak da o an için büyük bir şey oluyordu. Dinlenme, uzaklaşma, orada işte yemek yiyorsun, ilgi gösteriyorlar, eğitim veriyorlar. Okuma yazma bilmiyordum, sokaktan geldiğimde bir şey açıp okuyamıyordum. Sonra işte yurda gelen öğretmenler sayesinde okuma yazmayı öğrendim. Sonra ben dışarıdan liseyi bitirdim. Hiç okuma yazma bilmiyordum, dışarıdan liseyi bitirdim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder