14 Şubat 2011 Pazartesi

Ahde Vefa

Ahid ve akit sözlü ve yazılı olarak tespit edilen anlaşma demektir. Vefa da yapılan anlaşmanın icaplarını bütünüyle yerine getirmektir.


İslam dini yapılan ahid ve akitlere çok önem verir ve tarafların yapılan bu akitlere sadık kalmalarını ve icaplarını yerine getirmelerini ister.


Çünkü yapılan akitler ve ahidlerin icapları yerine getirilmez ise böyle ortamlarda kişilerin birbirlerine karşı itimatları kalmaz ve düzen bozulur.


Onun için bu hususta gerek Kuran-ı Kerim’de ve gerekse hadis-i şeriflerde müslümanlar uyarılmış, güven ortamına zarar verecek, kişilerin birbirlerine karşı olan itimatlarını sarsacak davranışlardan, verdikleri sözleri, yerine getirmemekten yaptıkları akitleri bozmaktan men edilmişlerdir.


Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:


“Onlar ahdini yerine getirenler ve verdikleri sözü bozmayanlardır.” (Rad 20)


Bu ayet-i kerimede muttakî müslümanların vasıfları bildirilmektedir.


Muttaki müslümanlar:


1- Yaptıkları ahidleri ifa ederler.


2- Verdikleri sözü yerine getirirler.


Diğer bir ayet-i kerimede de şöyle buyurulmaktadır:


“Mü’minler emanetlerine, akitlerine riayet ederler.” (Mü’minun 8)


Sözünde durmamak, ahde vefasızlık bir nifak alâmetidir.


Nitekim bir hadis-i şerifte Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:


“Dört şey vardır ki bunlar kimde bulunursa o kimse halis münafıktır. Kimde bunlardan bir haslet bulunursa onu bırakıncaya kadar, kendisinde nifaktan bir haslet vardır. (O hasletler):


Kendisine bir şey emanet olunursa hıyanet eder, konuşunca yalan söyler, söz verince sözünde durmaz kavga ederse baştan çıkar (haktan ayrılır.)” (Buharî)


Diğer bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulmaktadır.


“Kıyamet gününde sözünde durmayan her hain için bir sancak (dikilecek) bu filanın vefasızlığıdır, hıyanetidir denilecektir.” (Buhari)


Ahde vefa İslam ahlâkının en mühimlerinden biridir. Her hususta olduğu gibi bu hususta da biz müslümanlara örnek, canımız efendimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemdir.


O hayatı boyunca, peygamberlikten önce ve sonrasında, bütün akitlerine sadık kalmış ve biz ümmetine de ahidlerini ifa etmeleri, sözlerini yerine getirmelerini tavsiye buyurmuştur.


Bakınız Peygamberimiz, efendimiz ahdine nasıl vefâ gösteriyor, verdiği sözde nasıl duruyor okuyalım, ibret alalım.


Abdullah bin Ebil Hamsa radıyallahu anh anlatıyor:


“Bi’setten (peygamberlikten) önce Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemle bir alış veriş yapmıştım. Kendisine borçlandım. Biraz beklerse parasını hemen getireceğimi söyledim. Fakat bu arada verdiğim sözü unutmuştum. Nihayet üç gün sonra hatırladım ve konuştuğumuz yere geldim. Bir de ne göreyim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sözleştiğimiz yerde bekliyor.


Beni görünce:


-Ey delikanlı” Bana eziyet ettin. Burada üç gündür seni bekliyorum.” buyurdu. (Ebu Davud)


Dikkat buyurulsun Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin orada bekleyişi alacağını tahsil etmek için değil, gence verdiği söze sadık kalmak içindi. Sonra canımız efendimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin beşerî münasebetlerdeki hoş görüsüne, müsamahasına bir bakınız. Kendisini bir yerde üç gün bekleten gence sadece:


-“Ey delikanlı! Bana eziyet ettin. Burada üç gündür seni bekliyorum.” demekten ibarettir.


Bir müslümanın evveliyetle yerine getirmesi gereken ahid, Allah Teâlâ’ya verdiği ahiddir.


Müslüman, iman etmekle imanın gereklerini yerine getirmeye söz vermiş olmaktadır. İmanın kemali de verdiği ahde sadık kalıp kalmamakla ölçülür.


Müslüman gerektiğinde Allah yolunda, inancı uğrunda canını bile feda eden kimsedir. Böylesi mü’minleri Allah Teâlâ methüsenâ etmektedir.


“Mü’minler içinde öyle yiğitler vardır ki, Allah’a verdikleri sözlerine sadâkat gösterdiler. Onlardan kimi ahdini yerine getirdi (çarpıştı, şehid oldu) kimi de sırasını beklemektedir. Bunlar asla sözlerini değiştirmemişlerdir.” (Ahzab 23)


Böyle vefakâr, sözünün eri, yiğit müslümanlardan oluşan bir toplumun üstesinden gelemeyeceği bir mesele olmaz.


Müslümanlar kendi aralarında yaptıkları akitleri, sözleşmeleri de yerine getirmekle mükelleftirler. Aslında bir müslüman Allah’a olan ahdini tam olarak yerine getirirse birbirlerine karşıda akitlerini yerine getirmiş olurlar. Çünkü Allah Teâlâ müslümanların akitlerini yerine getirmelerini emretmektedir.


Günlük yaşantımızda, insanlarla olan ilişkilerimizde en küçüğünden en büyüğüne kadar ahidleşmelerimiz, söz vermelerimiz olur.


Meselâ, filan saatte, filan yerde buluşalım gibi. Bu bir sözleşmedir. Asla küçümsenmemelidir. Sözünü yerine getirmesine engel bir mani çıkarsa o takdirde karşı tarafa, buluşma saatinden önce haber verilip özür dilenmelidir.


Müslümanın sözü karşı tarafa verilmiş bir senet gibidir. O bakımdan verilen söz küçüğüne, büyüğüne bakmadan mutlaka yerine getirilmelidir.


Maalesef zamanımız müslümanları bir çok konuda olduğu gibi ahde vefa konusunda da sınıfta kalmaktadır.


Ahde vefâ olmayınca, verilen sözler yerine getirilmeyince, insanların da birbirlerine karşı güven ve saygısı kalmamaktadır. Toplumun yardımıyla yapılacak bir çok hayırlı hizmetlerde aksama olmakta ya da tamamen yapılamaz hâle gelmektedir.


Bir taraftan zaman israfı yapılmaktadır. Şöyle ki: Bir kişi, bir başkasına filan saatte sana geleceğim diye telefon ediyor. O da kabul ediyor. Fakat belirlenen saatte geleceğine söz veren kişi verdiği sözü yerine getirmediği gibi karşıya durumunu da bildirmiyor. Belki de saatlerce bekletiyor. Böylece o kişinin zamanını alıyor. Yapacağı bir kısım işlerine de mani oluyor. Üzerine kul hakkı geçirmiş oluyor.


Müslümanlar olarak en kötü, şartlarda bile ahidlerimize sadık kalmalı, verdiğimiz sözleri muhakkak yerine getirmeliyiz.


Anamıza, babamıza, hocamıza, dostlarımıza hülasa birbirimize karşı da vefâlı olmalıyız.


Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin Hz. Hatice radıyallahu anha validemize karşı gösterdiği vefa bu hususta ne büyük bir örnektir.


Hz. Aişe radıyallahu anha validemiz şöyle diyor.


“Hz. Hatice radıyallahu anhadan başka hiçbir kadına gıbta etmedim. O, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemle olan nikahımdan üç yıl önce vefat etmişti. Fakat Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem her zaman onu hatırlar, onun hatırasını anar, onun için keçi keser, etini yakınlarına, hizmetçilerine hediye eder, dağıtırdı.” (Buharî)


Zamanımızda, değil yıllarca önceki beraberliklere, dostluklara karşı vefalı olmak, en yeni, en taze hatıralara bile vefa gösterilmiyor, bir çırpıda silinip atılıyor. Bu durum, toplumun ne kadar bencilleştiğini, ne kadar ilkelleştiğini ve ne kadar öz değerlerinden uzaklaştığını göstermektedir.


İnsanlık İslam’a muhtaçtır. Bütün olumsuzluklar, bütün kötülükler, zulümler, haksızlıklar, onsuz bir hayat yaşandığından kaynaklanmaktadır. Gel gör ki küfür, nifak ve cehaletin pençesinde kıvranan insanlık neye muhtaç olduğunun farkında değildir. Devleti idare edenler, millete verdikleri sözü yerine getirmiyor, milleti aldatmayı bir beceriklilik, kabul ediyor. Halbuki bu insanlar İslam da söz vermenin ne demek olduğunu bilseler ve İslamsız insanca yaşamanın mümkün olmadığını kabullenseler idarelerini vefasızlık, yalan, aldatma üzerine bina ederler miydi?


Elbette hayır.


Ancak idare edenler kadar, idare olunanlar da dürüst olmalıdırlar. Onlar da hem kendi aralarında hem de kendilerini idare edenlerle yaptıkları sözleşmelere riayet etmelidirler.


Sözünü yerine getirenler, ahdine vefa gösterenler hem Allah indinde hem de kullar indinde makbuldürler, sevilirler, itibar görürler. Böyle dürüst insanlar hem hayatlarında hem de öldükten sonra hayırla yâd edilir, örnek gösterilirler.


Büyüklerimize, ana babalarımıza vefalı olmak sadece onlar hayatta iken değil, onların vefatından sonra dostlarına karşı da devam etmelidir.


Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme gelip:


-Babam öldü, bundan sonra onun için ne yapabilirim diye soranlara, Efendimiz,


-Babanın dostları ile ilgilen, diye tavsiye ederlerdi.


Hz. Hatice radıyallahu anha validemiz hayatta iken, yanına gelip giden bir kadın vardı. Bu kadın Hz. Hatice radıyallahu anhanın vefatından yıllar sonra bir gün Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi ziyarete geldi. Efendimiz, canımız Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona çeşitli ikramlarda iltifatlarda bulundu, o eski günleri beraberce yâd ettiler.


Cenab-ı Mevlâ:


Ahdini yerine getirmeyen, ahdini bozanların kötü âkıbetinden şöyle haber vermektedir.


“Allah’a verdikleri sözü kuvvetle pekiştirdikten sonra bozanlar ve Allah’ın riayet edilmesini emrettiği şeyleri terk edenler ve yer yüzünde fesat çıkaranlar, işte lânet onlar içindir ve kötü yurt (cehennem) onlar içindir.” (Ra’d 25)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder