31 Ocak 2011 Pazartesi

Ziya Paşa

Şair-yazar


1825 yılında İstanbul'da doğdu. Asıl adı Abdülhamid Ziyaeddin'dir. Beyazıt Rüştiyesı'ni bitirdi. Özel öğretmenlerden Arapça ve Farsça öğrendi. Sadaret Mektubî Kalemi'ne devam etti. Mustafa Reşid Paşa'nın yardımıyla 1855'te Saray Mabeyn Kâtipliği'ne girdi. Âli Paşa'nın sadrazam olmasıyla saraydan uzaklaştırıldı. Zaptiye Nezareti müsteşarlığı, 1861'de Kıbrıs, 1863'te Amasya mutasarrıflığı görevlerinde bulundu. Bosna bölgesi müfettişliği Meclis-i Vâlâ azalığı yaptı.


O Bir Jön Türk


1865'te Meşrutiyet yanlısı Yeni Osmanlılar Jön Türk Cemiyetine girdi. İkinci kez Kıbrıs mutasarrıflığına atanınca, Mustafa Fâzıl Paşa'nın çağrısı üzerine, Namık Kemal'le birlikte 1867'de Paris'e kaçtı. Daha sonra Londra'ya geçti. M. Fâzıl Paşa'nın sağladığı imkanlarla, Namık Kemal'le birlikte 1868'te Hürriyet gazetesini çıkardı. M. Fazıl Paşa merkezi yönetimle anlaşıp, yardımlarını kesince, 1870'te Cenevre'ye geçti. Namık Kemal, Agâh Efendi, Ali Suavi ve öbür arkadaşlarıyla Yeni Osmanlılar Cemiyeti'nin yönetiminde görev aldı. Âli Paşa'nın ölümü üzerine 1871'de İstanbul'a döndü. 1876'da Maarif Nezareti müsteşarlığına atanmasına kadar birçok görevde bulundu. Namık Kemal'le birlikte Kanun-i Esasî Encümeni'nde çalıştı. 1877'de Suriye valiliğine gönderildi. Daha sonra Adana valiliğine atandı. Burada görevdeyken 17 Mayıs 1880'de öldü.


Ziya Paşa, Namık Kemal ve Şinasi'yle birlikte, Tanzimat'la başlayan Batılılaşma hareketinin etkisinde gelişen Batılılaşma Dönemi Türk edebiyatının ilk aşamasını oluşturan üç yazardan biridir. Padişaha ve Reşid Paşa'ya kasideler yazmıştır. 1859'da yazdığı "Tercî-i Bend" şiiriyle tanınmıştır. Hece ile yazılmış birkaç şarkısı dışında, Divan şiiri geleneğine bağlı kalmıştır.Paris'te bulunduğu yıllarda çeviriler de yapmıştır.


Kendisiyle Çelişme


1868 'de Hürriyet'te yayımladığı ünlü "Şiir ve İnşa" makalesinde, Türk edebiyatının çağdaş bir düzeye erişmesini, gerçek Türk edebiyatı olan halk edebiyatının bu yenileşmede temel alınması gerektiğini savunmuştur. 1874'te çıkardığı Harâbat adlı antolojisinin önsözünde ise halk edebiyatını küçümseyerek Divan edebiyatını övdüğü görülür. Bu görüş, diğer pek çok görüşü gibi, tarihi birikimi inkar eden batıcı aydınların düştüğü sıradan çelişkilerden biridir.Türkiye sonraki dönemlerde yerli kaynaklara dayalı değişerek devam etmek fikrine ulaşmıştır.


ESERLERİ Zafernâme; Harâbat, 3 cilt, Tercî-i Bend ve Terkib-i Bend, Eş'âr-ı Ziya, Külliyat-ı Ziya Paşa, Rüya, Veraset Mektupları.

Yunus Emre

(1241?-1321?)


Hayatı hakkında kesin bilgimiz yoktur. Son araştırmalara göre 1240/41 ile 1320/21 yılları arasında yaşadığı kabul edilmektedir. Şiirlerinden ve hayatı hakkında yazılıp anlatılagelen menkıbelere göre; iyi bir eğitim görmüştür. Taptuk Emre'nin dergâhına kapılanmış, orada tasavvuf terbiyesinden geçmiştir. Halkı irşad etmek amacıyla diyar diyar dolaştı. Şiirleriyle irşad görevini sürdürdü. Mevlânâ ile görüştü. Yıllar süren gurbet hayatından sonra doğduğu köye, Eskişehir'in Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy'e döndü. Orada vefat etti.


Sonradan burada kendisi için bir anıt mezar yapıldı. Anadolu'nun birçok yerinde kabri ya da makamı olduğu rivayetleri vardır. Yunus, Türk edebiyatının en büyük şairlerinden biridir. Kendisinden sonra gelen pek çok şairi etkilemiştir. Kullandığı Türkçe, işlediği temalar, şiirindeki sadelik ve yalınlık, onun ne denli büyük bir şair olduğunu ispat etmeye yeter. Bazı şiirlerinde aruzu da deneyen Yunus, asıl şiir kabiliyetini heceyle yazdığı ilahî, nefes ve semaî türü şiirlerinde ortaya koymuştur. Şiirleri bir çok araştırmacı tarafından derlenip toplanmış ve yayınlanmıştır. Dîvân'ının karşılaştırmalı metni Dr. Mustafa Tatçı tarafından basılmıştır.


Şiirlerinden Örnekler










ALLAH SEVGİSİ

Neylerler fânî dünyayı Allah sevgisi var iken
Ya dahi kanda giderler ol dost sevgisi var iken

Allah ile olan kişi ihsân olur onun işi
Neylerler gayri teşvîşi Allah sevgisi var iken

Görün billahi şu halkı istemezler, güzel Hakk'ı
Ya neylerler mâlı mülkü Allah sevgisi var iken

Dinlen âşıklar bu sözü behremend eyleye sizi
Ya neylersin oğlu kızı Allah sevgisi var iken

Yûnus sen kendini görme ibadet kıl mahrûm kılma
Gayrısına gönül verme Allah sevgisi var iken
AŞK BİR GÜNEŞE BENZER

İşitin ey yârenler aşk bir güneşe benzer
Aşkı olmayan gönül mesel-i taşa benzer

Taş gönülde ne biter dilinde ağu tüter
Nice yumuşak söylese sözü savaşa benzer

Aşkı var gönül yanar yumşanır muma döner
Taş gönüller kararmış sarp-katı kışa benzer

Ol sultân kapısında ol hazret tapusunda
Âşıkların yıldızı her-dem çavuşa benzer

Aynı hırs ol olmuştur nefsine ol kalmıştır
Kendine düşman olmuş yavuz yoldaşa benzer

Aşktır kudret körüğü kaynadır âşıkları
Nice kaptan geçirir ondan gümüşe benzer

Âşık gönlü dölenmez mâşukun bulmayınca
Kararı yok dünyada pervâzı kuşa benzer

Münkir sözünü bilmez sözü ileri varmaz
Neye teşbîh edersin anlanmaz düşe benzer

Geç Yûnus endîşeden ne gerek bu pîşeden
Ere aşk gerek önden andan dervîşe benzer
 

GEL GÖR BENİ AŞK NEYLEDİ

Gönlüm düştü bir sevdaya gel gör beni aşk neyledi
Başımı verdim kavgaya gel gör beni aşk neyledi

Ben yürürüm yana yana aşk boyadı beni kana
Ne âkilem ne divâne gel gör beni aşk neyledi

Ben yürürüm ilden ile dost sorarım dilden dile
Gurbette hâlim kim bile gel gör beni aşk neyledi

Benzim sarı gözlerim yaş bağrım pâre yüreğim baş
Hâlim bilen dertli kardaş gel gör beni aşk neyledi

Gurbet ilinde yürürüm dostu düşümde görürüm
Uyanıp Mecnûn olurum gel gör beni aşk neyledi

Gâh tozarım yerler gibi gâh eserim yeller gibi
Gâh çağlarım seller gibi gel gör beni aşk neyledi

Akar sulayın çağlarım dertli ciğerim dağlarım
Şeyhim anuban ağlarım gel gör beni aşk neyledi

Ya elim al kaldır beni ya vaslına erdir beni
Çok ağlattın güldür beni gel gör beni aşk neyledi

Ben Yûnus-ı bî-çâreyim başdan ayağa yareyim
Dost ilinde avareyim gel gör beni aşk neyledi

 

Yılmaz Öztuna

20 Eylül 1930 İstanbul doğumludur. İstanbul'da lise tahsilinin yanında İstanbul Konservatuarı'na devam etti. 1950 eylülünden 1957 temmuzuna kadar Paris şehrinde kaldı. Paris'in büyük kütübhanelerinde çalıştı. Paris Üniversitesi Siyasî İlimler Enstitüsü'nde (Sciences Politiques), Sorbonne'da Fransız Medeniyeti (Civilisation Française) kısmında, Alliance Française'nin yüksek kısmında okudu ve Paris Konservatuarı'na devam etti. 13 yaşında ilk makalesi ve 15 yaşında ilk kitabı basıldı. 1969'da Adalet Partisi'nden Konya Milletvekili seçilerek Ankara'ya yerleşti. Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu'nda denetleme kurulu üyesi, repertuar kurulu üyesi, eğitim kurulu üyesi (Ocak 1966- Kasım 81), Kültür Bakanlığı'nda bakan başmüşaviri (1974-77), İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Mûsikisi Devlet Konservatuarı'nda kurucu yönetim kurulu üyesi ve Türk Mûsıkisi Korosu'nda kurucu yönetim kurulu üyesi (1975'den beri), Yay-kur (Yaygın Yüksek Öğretim) üniversitesinde Osmanlı siyasî ve medeniyet tarihi öğretim üyesi (1975-78), Millî Eğitim ve Kültür bakanlıklarında 1969'dan beri pek çok ihtisas kurulunda üye ve başkan oldu. 1974-1980 arasında Türkiye Cumhuriyeti'nin resmî ansiklopedisi olan ve Millî Eğitim Bakanlığı'nca yayınlanan Türk Ansiklopedisi<IT>'nin genel yayın müdürü olarak K harfinden T harfine kadar olan cildleri yayınladı. 1983 mayısında Milliyetçi Demokrasi Partisi'nin kurucuları arasında bulunarak merkez genel yönetim kuruluna seçildi, sonra istifa etti. 1985'de Faisal Finans Kurumu müşaviri oldu.


Pek çok radyo ve televizyon programı yaptı, bunlarda konuştu. Bazı konuşmaları A.B.D., Fransa, Avusturya gibi ülkelerin televizyonlarında yayınlandı. Bazı kitap ve yazıları çeşitli dillere tercüme edildi. Dünyada ilk defa olarak Türk Mûsikîsi Tarihi kürsüsünü kurdu. Kültür Bakanlığı'nın kurucularındandır. "Büyük Türkiye", "Osmanlı Cihan Devleti", "Büyük Türk Hakanlığı" gibi son yıllarda çok kullanılan tarihi ve siyasî tabirler, Yılmaz Öztuna'nındır. Ayasofya Hunkâr Mahfili'nin ibadete açılması ve Topkapı Sarayı'nda Hırkâ-i Saâdet Dairesi'nde Kur'ân okunması, 1000 Temel Eser, Ankara Devlet Konser Salonu ve İstanbul Atatürk Kültür Merkezi'nin Türk Mûsikîsi'ne açılması gibi fikirler ve realizasyonlar Yılmaz Öztuna'nındır ve siyasî iktidara onun tarafından telkin ve kabul ettirilmiştir. Türk Kara Kuvvetleri'nin ve Deniz Kuvvetleri'nin evvelce yanlış olarak kutlanan yıldönümlerini bugünki doğru başlangıç tarihleri ile kutlanmasıın sağlıyan da Yılmaz Öztuna'dır. Bir çok konferans verdi. 6 kıt'ada pek çok ülkeyi gezdi, devlet adamları ve halkla görüşerek incelemeler yaptı. Milletlerarası bir çok kuruluşa üye seçildi.


Yılmaz Öztuna, Türkçe'yi çok iyi kullanması, en ilmî eserlerinde bile edebi bir üslûba sâhib bulunması, tarih'i geçmiş ve geleceğe atıflar yaparak ve derin bir coğrafya ve edebiyat kültürüyle beraber sunmasıyla şöhret yaptı.


Türkiye'de Osmanlı tarihinin iâde-i itibarını Yılmaz Öztuna temin etmiştir. Türk Parlamenterler Birliği, İstanbul Gazeteciler Cemiyeti, Ankara Aydınlar Ocağı, Anadolu Klübü, Yahya Kemal'i Sevenler Cemiyeti, İstanbul Şehrini Güzelleştirme Derneği, Müsteşrikler Cemiyeti, WACL, APACL, NATO Parlamenterler Birliği, Parlamentolararası Türk - Japon ve Türk - Kore, Türk - Suûdi Dostluk cemiyetleri, Avrupa Konseyi cemiyeti, Yılmaz Öztuna'nın üye, kurucu olduğu veya bulunduğu milli veya milletlerarası kuruluşlar arasındadır.


ESERLERi:


BiR DARBENiN ANATOMiSi


Yılmaz Öztuna bu kitabında 1876 askerî darbesini, Sultan Abdülaziz'in tahttan indirilmesive ölümü olayını, bütün detayları ile anlatıyor. Bütün o dönemin şahitlerinin ifadelerini naklediyor.


TÜRK TARİHİNDEN YAPRAKLAR


Türk Tarihinden Yapraklar, Yılmaz Öztuna'nın 1968'te İstanbul Radyosu'nda yaptığı konuşmalardan oluştu. Her konu, bir konuşmadır. 1969'da Millî Eğitim Bakanlığı'nın 1000 Temel Eser serisinin 11. kitabı olarak basılıp 20.000 tiraj bir haftada satıldı. 1992'de Millî Eğitim Bakanlığı'nca Türk Klasikleri serisine alındı ve bu serinin 17. kitabı olarak basıldı. Şimdiye kadar 5 baskıda 58.000 tiraj yapan Türk Tarihinden Yapraklar artık klasiklerimiz arasına girmiş bulunuyor. Osmanlı ağırlıklı olmak üzere 2.200 yıllık tarihimiz içinde tam bir gezintidir.


OSMANLI PADİŞAHLARININ HAYAT HİKAYELERİ


Osmanlı Padişahlarının Hayat Hikâyeleri, Yılmaz Öztuna'nın klasikleşmiş kitaplarından biridir. Nesiller tarafından ilgiyle okundu. Bu kitaba dayanılarak senaryolar, piyesler yazıldı, filmler çekildi. 12 Osmanlı hâkan-halîfesinin kronolojik olarak hayatlarından kesitler veren bu eser, Osmanlı tarihinin en çarpıcı taraflarını vurguladı. Konuşmalar, o çağların Türkçe'si ile yazıldı. Olaylar, çok duru ve klasik bir dille tasvir edildi.


TÜRK TARİHİNDEN PORTRELER


Biyografi, tarihçinin edebiyata yaklaşabilme yeteneği ile orantılı bir türdür. Onun için, edebiyatın bir türü şeklinde de ele alınmıştır.Elinizdeki kitaptaki biyografiler, hayatları ve kişilikleri anlatılan şahsiyetlerin doğum sırasına göre kronolojik şekillerde sunuldu. En yaşlıları Bumın Kağan, en gençleri Turgut Özal olmak üzere... Hayatta bulunan bir kişiyi almaktan kaçındım.Tanıttığım şahsiyetlerin hepsinin Türk büyükleri, Türk dâhileri olmadıklarını sevgili okuyucularım hemen fark edeceklerdir. Daha mütevazi çapta büyükler de, Türk'e çok zarar vermiş birkaç kişi de alındı. Ancak çoğunluk, tarihimizin çeşitli alanlardaki dehalarından seçildi. Hiç unutulmasın, tarihin küçükleri de, tarihin büyükleri derecesinde milletlerin hayatını ve geleceğini şiddetle etkilemişlerdir.


TARİH SOHBETLERİ I, II, III


Biz bir cihan imparatorluğunun varisleriyiz. Geleceğimize dair görüşler ileri sürer, programlar yaparken geçmişteki bu muazzam siyasî ve medenî tecrübelerimizden sonuna kadar istifade etmek bizim en tabiî hakkımızdır. Millet ve devlet olarak misyonumuzu belirlemekte en sağlam ölçüyü de böyle bir tarih şuuru ile getirebiliriz. Bu itibarla aydınlarımızın ve gençlerimizin kendi tarihleri hakkında muhtelif cihetlerden bilgi edinebilecekleri eserlere ihtiyaç duydukları muhakkaktır.Ötüken, işte bu mülahazalarla, Türk tarih ve mûsıkîsine yaptığı değerli hizmetler ve verdiği kıymetli eserlerle haklı bir şöhret kazanan değerli yazar Yılmaz Öztuna'nın "Tarih Sohbetleri"ni üç cilt halinde sunmaktan şeref duyar.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu

romancı-yazar.


27 Mart 1889'da Kahire'de doğdu. İlköğrenimine ailesiyle birlikte gittiği Manisa'da başladı. 1903'te İzmir İdadisi'ne girdi. Babasının ölümünden sonra annesiyle yine Mısır'a döndü, öğrenimini İskenderiye'deki bir Fransız okulunda tamamladı. 1908'de başladığı İstanbul Hukuk Mektebi'ni bitirmedi. 1909'da arkadaşı Şehabettin Süleyman aracılığıyla Fecr-i Âti topluluğuna katıldı. 1916'da tedavi olmak için gittiği İsviçre'de üç yıl kadar kaldı. Mütareke yıllarında İkdam gazetesindeki yazılarıyla Kurtuluş Savaşı'nı destekledi. 1921'de Ankara'ya çağrıldı ve bazı görevler verildi.


1923'te Mardin, 1931'de Manisa milletvekili oldu. Bir yandan da gazeteciliğini ve roman yazarlığını sürdürdü. Kadro Dergisi 1932'de Vedat Nedim Tör, Şevket Süreyya Aydemir, Burhan Asaf Belge ve İsmail Hüsrev Tökin ile birlikte Kadro dergisinin kurucuları arasında yer aldı. Savunduğu bazı görüşler aşırı bulunduğu için Kadro dergisinin 1934'te yayımına son vermek zorunda kalmasından sonra Tiran elçiliğine atandı. Daha sonra 1935'te Prag, 1939'da La Haye, 1942'de Bern, 1949'da Tahran ve 1951'de yine Bern elçiliklerine getirildi. 27 Mayıs 1960'tan sonra Kurucu Meclis üyeliğine seçildi. Siyasal hayatının son görevi 1961-1965 arasındaki Manisa milletvekilliği oldu. 13 Aralık 1974'te Ankara'da öldü.


Yazı Hayatı


Karaosmanoğlu yazarlığa Ümit, Servet-i Fünun, Resimli Kitap gibi dergilerde başladı. Fecr-i Âticiler'in "sanat şahsî ve muhteremdir" görüşünü paylaştığı ve "sanat için sanat" yaptığı bu ilk döneminde Nirvana adlı bir oyun, makaleler, denemeler, düzyazı şiirler ve öyküler yazdı. Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı sırasında ülkenin durumu, sanat anlayışını değiştirmesine yol açtı. Türk toplumunun çeşitli dönemlerdeki gerçekliğini sergilemek istediği için bir ikisi dışında eserlerinde belli tarihi dönemleri ele aldı. Kiralık Konak I. Dünya Savaşı öncesinin, Hüküm Gecesi II. Meşrutiyet'in, Sodom ve Gomore Mütareke döneminin, Yaban Kurtuluş Savaşı yıllarının, Ankara Cumhuriyet'in ilk on yılının, Bir Sürgün II. Abdülhamid döneminin işlendiği romanlardır. Panorama 1923-1952 yıllarını kapsar. Karaosmanoğlu 1920'lerden sonra iyimser bir devrimci görünümündeyken, sonra umutlarını yitirerek romancılığını devrimci yönde kullanmaktan vazgeçmiştir. 1955'ten sonra da anı kitaplarından başka bir şey yazmamıştır.Romanları arasında en ünlüleri Nur Baba, Kiralık Konak ve Yaban'dır.  Nur Baba Nur Baba, Karaosmanoğlu'nun ilk romanıdır. 1922'de kitap olarak çıkmadan önce gazetede yayımlanmıştır. Ama yazılışı ondan sekiz dokuz yıl öncesine gider. O yıllar Karaosmanoğlu'nun Eski Yunan ve Latin edebiyatıyla ilgilendiği ve Çamlıca'daki bir Bektaşi tekkesine devam ettiği dönemdir. Nur Baba'yı Euripides'in Bakkhalar'ından esinlenerek ve tekkedeki gözlemlerine dayanarak yazmıştır.


Roman, tekkenin şeyhiyle, evli bir kadın arasındaki tutkulu bir aşkın öyküsünü anlatır. İçki, müzik ve sevişmeyle sabahlara değin süren ayinler, Bektaşi töreleri ve tekke yaşamı kitapta büyük yer tutar. Bu ayinlerle Bakkhalar'in ayinleri arasında benzerlik bulan Karaosmanoğlu, romanın kadın kahramanı Nigâr'ın cinsi ilişkileriyle bu benzerliği anlatmaya çalışır.Ancak okur için romanın ilginç yönü Bektaşilik'e ilişkin bilgiler olmuş ve bu yönü, yapıtın çok satılmasını sağladığı gibi Karaosmanoğlu'nun ününü de yaygınlaştırmıştır. Ancak Karaosmanoğlu Bektaşilik'in sırlarını açıklamak ve üstelik Bektaşilik'i küçük düşürmekle suçlandığı için romanın ilk ve ikinci baskılarına yazdığı "izah"larla bu suçlamalara karşı kendini savunmak gereğini duymuştur. Kiralık Konak Kiralık Konak'ta Karaosmanoğlu, II. Meşrutiyet yıllarında Batılılaşma hareketinin yol açtığı değer kargaşasını, geleneklerden ve eski hayat biçiminden ayrılışı ve kuşaklar arasındaki kopukluğu sergiler. Romanda yazar adına konuşan Hakkı Celis, başlangıçta yurt sorunlarına karşı ilgisiz, âşık, içli bir şairken, sonradan bilinçlenerek değişir ve "milli ideal" sevdasına tutulur. Bu ideal geleceğin Türkiye'sidir. Karaosmanoğlu romanın öbür kişilerini ve dolayısıyla toplumu, bu yeni bilince ulaşmış Hakkı Celis'in gözleriyle değerlendirir ve yargılar.


ESERLERİ Roman: Kiralık Konak, Nur Baba, Hüküm Gecesi, Sodom ve Gomore, Yaban, Ankara, Bir Sürgün, Panaroma, 2 cilt, Hep O Şarkı. Hikaye Bir Serencam, Rahmet, Milli Savaş Hikâyeleri. Anı: Zoraki Diplomat, Anamın Kitabı, Vatan Yolunda, Politikada 45 Yıl, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları.

Tevfik Fikret

Şair


24 Aralık 1867'de İstanbul'da doğdu. Asıl adı Mehmet Tevfik'tir. Çocuk yaşta annesinin ölümü onu hayatı boyunca etkiledi. Ortaöğrenimini önce Mahmudiye Rüştiyesi'nde, sonra da Galatasaray Sultanisinde yaptı. Burada Recaizade Ekrem'in öğrencisi oldu. Duygulu kişiliği onu genç yaşlarda şiire yöneltti.


1888'de Galatasaray'ı bitirdikten sonra Hariciye Nezareti İstişare Odası'nda (Dışişleri Bakanlığı Enformasyon Dairesi) kâtip olarak göreve başladı. Yeterince çalışmadan para aldığı gerekçesiyle buradan ayrıldı. Daha sonra tekrar çeşitli memurluklarda bulundu. Ek iş olarak Ticaret Mekteb-i Alisi'nde hat ve Fransızca öğretmenliği yaptı. 1891'de Mirsad dergisinin açtığı şiir yarışmasında birinciliği kazanınca, edebiyat çevrelerinin dikkatini üstüne çekti. 1892'de Galatasaray Sultanisi'nin ilk bölümüne Türkçe öğretmeni atandı. 1894'te Hüseyin Kâzım Kadri (1870-1934) ve Ali Ekrem Bolayır'la (1867-1937) birlikte Malûmat dergisini çıkartmaya başladı.


Önce İnziva Sonra Robert Kolej


1895'te hükümetin bütçede kısıntı yapma gerekçesiyle memur maaşlarının yüzde onunu kesmesine tepki olarak Galatasaray'daki görevinden istifa etti ve inzivaya çekildi.1896'da, eski öğretmeni Recaizade Ekrem'in aracılığıyla Servet-i Fünun dergisinin yazı işleri yönetmenliğine getirildi. Aynı yıl Robert Kolej'e Türkçe öğretmeni olarak tayin edildi.


Toplum’dan Kaçış ve Yeni Zellanda Hayali


Sultan Abdülhamid  Han yönetimine muhalif olan Batıcılar, muhalefetlerinde uzun süre başarı sağlayamayınca bu durum onları toplumdan kaçış düşüncelerine sürükledi.Ve Tevfik Fikret’teki "inziva" düşüncesini daha da derinleşti. Bu düşünce, Servet-i Fünun öbür yazarlarınca da benimseniyordu. Bir ara hepsi birlikte Yeni Zelanda'ya gitmeyi, daha sonra Hüseyin Kâzım'ın Manisa'nın bir köyündeki çiftliğine yerleşmeyi düşündüler. Ama Fikret'in "Yeşil Yurt" şiirinde de açıkça görülen bu sıla ütopyası ve birlikte yaşama özlemi bir türlü gerçekleşmedi. Servet-i Fünun'cular arasında görüş ayrılıkları başlamıştı. Bazıları dergiden ayrıldılar. Bir süre sonra Fikret de derginin sahibi ile anlaşamayarak yazı işleri yönetmeliğini bıraktı.


Robert Kolej ve Aşiyan


Bütün zamanını Robert Kolej'de geçirmeye başladı. 1901'de "inziva" düşüncesini gerçekleştirmek amacıyla Rumelihisarı'nda Robert Kolej'in yamacında, planlarını kendisinin çizdiği Aşiyan adlı evi yaptırmaya başladı. Bugün Tevfik Fikret Müzesi olan Aşiyan 1905'de tamamlandı. Fikret, eşi ve oğlu Haluk'la birlikte buraya yerleşti. Çok az insanla görüşüyordu. "Sis", "Sabah Olursa", "Bir Lahza-i Taahhur" bu dönemin ürünleridir. Bu arada babasının, arkasından da, kızkardeşinin hayatlarını kaybetmesi onu çok etkiledi. Bu döneminde, özgürlük getireceğine inandığı İttihat ve Terakki'yi destekliyordu. 1908'de de, II.Meşrutiyet'in ateşli savunucuları arasına katıldı.


İttihad ve Terakki’ye de Muhalif Oldu


Meşrutiyet'ten sonra "inziva"sından çıktı, eski arkadaşlarıyla barışarak, Hüseyin Kâzım ve Hüseyin Cahid'le birlikte Tanin gazetesini kurdu. Ama, gazete İttihad ve Terakki'nin yayın organı durumuna getirilmek istenince buna karşı çıkıp, Hüseyin Cahid'le kavga ederek oradan da ayrıldı. Yeni Yönetimin önerdiği maarif nazırlığı görevini de geri çevirdi. Bu göreve getirilen Abdurrahman Şeref’in çağrısıyla, Galatasaray Sultanisi'nin müdürü oldu bir süre önce yanmış olan okulun onarımını üstlendi. Bu arada, toplantı salonunu mescitin üstüne yaptırdığı gerekçesiyle ağır eleştirilere uğradı. O günlerde 31 Mart Olayı patlak verdi. Fikret olayı protesto amacıyla önce kendini okulun kapısına zincirle bağlattı, ertesi gün de istifa etti. Ancak öğrencilerin ve maarif nazırı Nail Bey'in ısrarlarıyla tam yetkili olarak göreve döndü. Ama sekiz ay sonra, yeni maarif nazırı Emrullah Efendi'yle anlaşamayarak bir daha dönmemek üzere Galatasaray'dan ayrıldı. Darülmuallimin ve Darülfünun'daki görevlerinden de istifa etti ve yeniden Aşiyan'a çekildi. Artık, İttihad ve Terakki İktidarına da muhalif olmuştu. 1912'de meclisin kapatılması üzerine, bu olayı meclisin 1878'de (Hicri tarihle 1295'te) kapatılmasına benzeterek "Doksan Beşe Doğru" şiirini yazdı. Bunu "Han-ı Yağma", "Sancak- Şerif Huzurunda" gibi şiirler izledi. İttihad ve Teraki'nin fedailerince izlenmeye başlandı. Modern pedagoji ilkelerine uygun bir okul açmak, yeni bir edebiyat dergisi çıkartmak gibi tasarıları olduysa da bunları gerçekleştiremedi. O günlerde, ağır şeker hastalığına yakalanmış olduğu anlaşıldı. 1914'te kolu şiştiği için bir ameliyat geçirdi. Tedaviye yanaşmaması sonucunda hastalığı iyice artarak ölümüne neden oldu. 19 Ağustos 1915'te İstanbul’da öldü.


ESERLERİ:Ribab-ı Şikeste, Haluk’un Defteri, Rübab’ın Cevabı, Şermin, Tarih-i Kadim

Tarık Buğra

(1918- 26 Şubat 1994)Yazar, Akşehir'de doğdu. İlk ve orta okulu Akşehir'de, liseyi Konya'da okudu (1936). İstanbul Tıp, Hukuk ve Edebiyat fakültelerine devam ettiyse de hiçbirini bitirmedi. İ.Ü. Edebiyat Fakültesi'ne girdi ancak son sınıftan ayrıldı. Hayata atıldı. Akşehir'de Nasrettin Hoca gazetesini çıkardı (1947-1948). İstanbul'da Milliyet (1952-1956), Yeni İstanbul (1960-1966), Yol (Haftalık, 1968), Tercüman (1970-1976) gazetelerinde sanat sayfası düzenleyiciliği, fıkra yazarlığı ve yazı işleri müdürlüğü yaptı. Türkiye gazetesinde haftalık yazı yazdı. İstanbul'da öldü.


ESERLERi:


BU ÇAĞIN ADI    


Tarık Buğra'nın makalelerinden bir kısmıdır. Aydınlarımız, idârecilerimizi ve bütün akıl sâhiplerini düşünmeye sevkeden konuları içine almaktadır. Politik şarlatanlıklara karşı gerçekleri ve bağımsız kafayı savunan; kısacası şahsiyetli insanlara yakışan bir tavır ve uslûpla millet ve memleket meselelerine bakmayı gündeme getiren bu makalelerin, okuyanlara çok şey ifade edeceği inancındayız.


DÖNEMEÇTE  


Türkiye'de çok partili döneme geçiş yıllarını anlatır. Konuya bir Anadolu kasabasından, o çevredeki halkın ve aydınların canlı ilişkileri içerisinde bakar. "Dönemeç" adıyla TV'de dizi filmi yapılmıştır.


OSMANCIK


"Cihan devletini kuran irade; şuur ve karakter". Tarık Buğra, esere ikinci bir başlık tarzında bunları yazmıştır. Konu, Osmancık'ın (yahut Kara Osmanın) Osman Gazi olarak tarih sahnesine çıkışını ve Osmanlı Devleti'nin kuruluşunu anlatmaktadır. osmanlı'yı cihan çapında büyük" yapan bir devlet ve insan anlayışının ilk tohumlarının roman çerçevesinde ele alınışını okuyacağınız bu eser, TV'de "Kuruluş" adıyle dizi film olarak da defalarca yayınlanmıştır.


GENÇLiGiM EYVAH


Tanıtım Yazıları: Türkiye'deki anarşinin otopsisidir. Romanda, yalnız boşa giden gençliklerin hikâyesini değil, içine düşürüldüğümüz kaosun çarpıcı grafiğini de bulacaksınız. Yıllardan beri Türkiye'de bütün görevleri, ödevleri ve sorumlulukları, dolayısı ile de toplum hayatımızı paslandıran kalleş demagojileri sergilemektedir.


KÜÇÜK AĞA


Tanıtım Yazıları: Küçük Ağa, Tarık Buğra'nın en büyük ve en tanınmış eseridir. Kurtuluş Savaşı'nın, küçük bir Anadolu kasabasından görünüşüdür. Konuya ilk d efa resmî olmayan bir gözle, aydın bir Türk'ün hür bakışlarıyle ve değerlendirmeyeriyle bakılmıştır. İnsanımızın ve kültürümüzün tanıdık simalarını ve hususiyetlerini yazarın üstâdâne zevkle okuyacağınız bu eser, Millî Mücâdele'nin gerçekten millîbir romanıdır.


İBiŞiN RÜYASI


Tarık Buğra'nın bu eseri, onun dil, üslûp ve teknik özelliklerini en iyi belirten romanlarından birisidir. Eser, konu bakımından da tiyatro ve sinemanın ilgisin çekmiş, Devlet Tiyatroları'nda sahneye başarıyla uygulanmış, TRT tarafından da -yazarın söyleyişi ile- "akıl almaz şekilde yozlaştırılarak" dizi film yapılmıştır. Biz, romanı okuyanların, bu TV filmi konusunda yazara hak vereceklerine inanıyoruz.


FİRAVUN iMANI


Kurtuluş Savaşı'nın Kuvâ-yı Milliye ve Çerkez Ethem dönemlerini anlatan Küçük Ağa'dan sonra, Sakarya Savaşı öncelerini ve sonralarını ele aldığı bu eserde, tarık Buğra, çıkarcıları, üç kâğıtçıları, vurguncuları, satılmışları ve bunlara karşı eşsiz yiğitleri ile, yeni bir devletin kuruluş günlerini anlatmaktadır.


YARIN DiYE BiRŞEY YOKTUR


Yazarın 1948-49, 1950-52, 1954-64 yılları arasındaki hikâyelerini içine alır. Bu hikâyelerde insanın değişmeyen yanlarını ve eskimeyen bir Türkçe ile duyguları ve düşünceleri zenginleştiren bir anlatım bulacaksınız.


SiYAH KEHRiBAR


Tarık Buğra'nın ilk romanı. Rahmetli Mümtaz Turan bu eser için "Tarık Buğra'nın burada iddiasız görünüşüne rağmen büyük bir tezi, "Yirminci asrın hüznü" dediğimiz hastalığı ele aldığını sanıyorum. Günümüzün trajedisi romandaki maceralara bir fon müziği gibi baştan sona refakat ediyor." diyor.


POLiTiKA DIŞI     


Tarık Buğra'nın bu kitabı, siyaset dışı yazılarından oluşmaktadır. Muhtelif tarihlerde ve değişik yerlerde yayınlanmış yazıları ve yazarla yapılmış bazı röportajlar kitaba alınmıştır. Böylelikle, genel olarak edebiyatımızla ve özellikle yazarımızın edebî kişiliği ve görüşleriyle ilgilenenler için lüzumlu bir derleme meydana getirilmiştir.


YAĞMUR BEKLERKEN


Cumhuriyet döneminin muhtelif kesitlerini romanlarına konu yapan yazar, bu eserinde de Serbest Fırka dönemini ele alıyor ve aynı dönemde Türkiye'deki büyük kuraklıkla siyaset arasında parelellikler kurarak, yine bir Anadolu kasabasından, meseleleri ortaya koyuyor.


 


YALNIZLAR


İnsan ilişkilerinin romanıdır.

Şinasi

Şair-yazar


İbrahim Şinasi 5 Ağustos 1826'da İstanbul'da doğdu. Topçu yüzbaşısı olan babası Mehmed Ağa 1829'da Osmanlı-Rus Savaşı sırasında vurularak ölünce, annesi onu yakınlarının desteğiyle büyüttü. Şinasi ilköğretimini Mahalle Sıbyan Mektebi'nde ve Feyziye Okulu'nda tamamladıktan sonra Tophane Müşiriyeti Mektubî Kalemi'ne katip adayı olarak girdi. Burada görevli memurlardan İbrahim Efendi'den Arapça ve Farsça öğrendi. Aynı kalemde görevli eski adı Chateauneuf olan Reşat Bey'den Fransızca dersi aldı. Bu görevindeki çalışkanlığı ve başarısı nedeniyle önce memurluk sonra hulefalık derecesine yükseltildi.  Paris’e Gitti 1849'da bilgisini artırması için devlet tarafından Paris'e gönderildi. Burada edebiyat ve dil konularındaki çalışmalarını sürdürdü. Oryantalist De Sacy ailesi ile dostluk kurdu Ernest Renan'la tanıştı, Lamartine'in toplantılarını izledi. Oryantalist Pavet de Courteille'e çalışmalarında yardım etti. Dilbilimci Littré ile tanıştı. 1851'de Société Asiatique'e üye seçildi.


Mustafa Reşit Paşa’nın Adamı


1854'te Paris dönüşünde bir süre Tophane Kalemi'nde çalıştı. Daha sonra Meclis-i Maarif üyeliğine atandı. Encümen-i Daniş'te (ilimler akademisi) görev yaptı. Koruyucusu sadrazam Mustafa Reşit Paşa’nın görevinden ayrılması üzerine üyelikten çıkarıldı. Reşit Paşa 1857'de yeniden sadrazam olunca, Şinaşi de eski görevine döndü. Tercüman-ı Ahvâl  1860'da Ağah Efendi ile birlikte Tercüman-ı Ahvâl gazetesini çıkardı. Devlet işlerini eleştirmesi ve Sultan Abdülaziz'e karşı girişilen eylemin düzenleyicilerinin yanında yer alması nedeniyle 1863'teki Meclis-i Maarif'teki görevine son verildi. Gazeteyi Namık Kemal'e bırakarak, 1865'te Fransa'ya gitti. Orada sözcük çalışmalarına yöneldi. Société Asiatique üyeliğinden ayrıldı. 1867'de İstanbul'a döndü. Kısa bir süre sonra yeniden Paris'e gitti. Burada kaldığı iki yıla yakın sürede, Fransa Milli Kütüphanesi’nde araştırmalar yaptı. 1869'da İstanbul'a dönünce bir matbaa açtı, eserlerinin basımıyla uğraşmaya başladı. Kısa bir süre sonra da 13 Eylül 1871'de beyin tümöründen öldü.  Batı Aktarmacılığı Şinasi Batı, özellikle de Fransız kültürü etkisinde eserler verdi.Ülkenin Batı örnek alınarak eğitim alanında uygulanacak radikal yöntemlerle gelişebileceğini savundu.Batı hatta Fransız aktarmacılığını tek çözüm gördü.Bu amaçla yazarlığında çok yönlü bir çaba içine girdi. Gazete çıkardı, makale, şiir ve oyun yazdı, sözlük çalışmaları yaptı. O da halkı "aydınlatılması" gereken bir yığın olarak gören batıcılar gibi, değişmeyi mekanik bir hadise olarak algılama yanlışına düştü.Tanzimatla başlayan Batılılaşma hareketinin öncülerinden biri olarak dil, edebiyat ve düşünce hayatının değişmesinde etkili olmuştur. Dil Düzyazılarında sade bir dil kullanılmıştır. Dildeki yalınlaşma çabasını edebiyat ve tiyatro alanlarındaki eserleriyle desteklemiştir. Batı şiirini tanıtma, yeni şiir biçimlerini edebiyata sokma amacıyla Fransız şairlerinden tercümeler yapmıştır. 


ESERLERİ: Tercüme-i Manzume ,Şair Evlenmesi,Müntehabat-ı Eşhar (şiirlerinden seçmeler),Durub-u Emsal-i Osmaniye(atasözleri), Müntehabat-ı Tasvir-i Efkar (seçme makaleler)

Sevinç Çokum

(25 Ağustos 1943-): Yazar. İlk ve ortaokulu İstanbul'da okudu. İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi (1970). Bir süre edebiyat öğretmenliği yaptı. 1975'te öğretmenlikten ayrılarak kendisini edebî çalışmalara verdi. Türk Edebiyatı dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yürüttü, Türkiye gazetesinde yazdı.Sevinç Çokum edebiyat dünyasına hikâye ile girdi. Hikâyeleri Hisar, Türk Edebiyatı, Töre dergilerinde çıktı. Sonra Romana yöneldi. Sosyal ve tarihî romanlar kaleme aldı.Hikâyelerinde İstanbul'un gelenekçi semtlerinin sosyal yapısından kesitler verdi; yalnızlığı ve dayanışmayı işledi. Ruh tahlillerine girerek kahramanlarının duygularını akıcı ve dokunaklı bir dille tasvir etti.Romanlarında sosyal konuların yanında tarihî konulara da ağırlık vermiştir. Türk kimliğinin üzerinde durarak esir Türklerin ıstıraplarını dile getirmiştir. Hikâyeleri: Eğik Ağaçlar (1972), Bölüşmek (1974), Makina (1976), Derin Yara (1984), Onlardan Kalan (1987). Bu hikâye kitapları yeni düzenlemeyle Ötüken Neşriyat arasında şu isimlerle yayınlandı: Bir Eski Sokak Sesi (1993), Evlerinin Önü (1993), Onlardan Kalan (1993). Romanları: Zor (1977), Bizim Diyar (1978), Hilâl Görününce (1984), Ağustos Başağı (1989), Gülyüzlüm (1989), Çırpıntılar (1991). Senaryoları: Beyaz Sessiz Bir Zambak (1987), Yeniden Doğmak (1987). Radyofonik eserleri: Hilâl Görününce, Ağustos Başağı, Nefise Hatun.


ESERLERi:


BEYAZ BiR KIYI


Beyaz Bir Kıyı, Sevinç Çokum'un 4 yılda kaleme aldığı, aslında bir romanının ayrı ayrı bölümleri de diyebileceğimiz hikâyelerinden oluşuyor. 1994 yılında Fas'a giden yazar, bu ülkeyi coğrafyası, insanları, manevî atmosferi ve sanatları açısından tanıdıktan sonra Beyaz Bir Kıyı'yı yazmağa karar verdi. Mağrib'in kendisine has kokusunu, rengini, ruhunu eserine katan Çokum, Beyaz Bir Kıyı'da, dünyevî aşk ve istekler boyutunun ötesindeki arayışları dile getiriyor. İki insanın dostluğu ile birlikte Hak dostluğunu, gül motifinin arkasında Peygamber sevgisini ebru dalgalanışı bir anlatımla sergiliyor.


GÜZELE BAKAN KARINCA


Güzele Bakan Karınca, Sevinç Çokum'un 1990'dan bu yana Türkiye Gazetesi'ndeki haftalık "Edebiyat Sohbetleri"nden seçilmiş yazılarıdır. Çokum, bu yazılarında edebiyatla birlikte dil, tarih, sanat, gelenek ve görgüler, "İstanbul Özlemi" eskinin terkibi ile yeniyi oluşturmak, insan, çocuk, hayvan sevgisi üzerinde yoğunlaşmış, inancımızdan renkler taşımıştır.


KARANLIĞA DİRENEN YILDIZ


Sevinç Çokum, Karanlığa Direnen Yıldız'da Türk siyasî hayatının önemli durağı 27 Mayıs 1960 askeri darbesinin çerçevesi içinde farklı kişilikleri sergiliyor. Aynı apartmanı paylaşan dostların, yakınların ayrılan sofraları, dahası ihanetler, iki yüzlülükler, uydu vicdanlar... Özellikle anlatım ve tahlil ağırlıklı romanı yer yer Yunus Emre dilinin zenginlikleri besliyor. Yazarın kendisinin ve tanıdığı gerçek kişilerin de yer aldığı romanın asıl çıkış noktası bugün medya dediğimiz şartlandırma, yönlendirme gücünün o yıllarda da insana el atışıdır. Onun için kahramanımız Feridun katıksız, dürüst, kendi kararlarını kendisi verebilen insanın arayışı içindedir. Sürü olmak yerine birey olma sevdası. Ama Feridun'un benliğindeki kargaşada yer alan bir başka sevdası daha vardır... İncenaz Abla, Çokum'un, hikâyelerindeki titizliğini aktardığı bu romanı el değmemiş konusu, (özgünlüğü) yaşanmışlığı ve anlatım özelliği ile yeni bir aşamadır


ROZALYA ANA


Rozalya Ana, Sevinç Çokum'un daha önceki İstanbul hikâyelerinden farklı olarak Kırım'dan, Anadolu il ve köylerinden görüntüler taşıdığı son hikâye kitabı. Sevinç Çokum, bu kitabında sürgün Kırımlı Raziye'nin (Rozalya Ana) toprağına yerleşme çabası içinde kendi varlığını anlamağa başlamasından yola çıkarak varoluşun hangi değerlerle bütünlendiğini araştırır. Sadece büyük şehirlerde değil, Anadolu şehir ve köylerindeki sosyal değişim içersinde eğrilikleri görerek, yarının endişeleriyle bugünün çıkmazlarında çıkış noktaları arar. Günümüzde materyalist çıkarcı anlayışın kurallaşmasına karşılık Kütahyalı Kız'la sembolleşen katıksız, çıkarsız sevgi ayakta durabilecek mi? sorusu etrafında dönen Sevinç Çokum, modern hikâyesine kendi kültür motiflerimizi, menkıbelerden ve halk hikâyelerinden süzülmüş renkleri katmaktadır. Hikâyeler varoluş ve yokluk çizgisinde durarak yer yer tasavvufla bezenir.


BİR ESKİ SOKAK SESİ


Sevinç Çokum'un ilk hikâyeleri olan Bir Eski Sokak Sesi ferdî ve sosyal meseleleri şiirli bir anlatımla ve yaşanmışlıkla işlemektedir. Yazarın yayımlandığı yıllarda hayli ilgi uyandıran bu hikâyeleri büyük şehrin dar ve eski sokaklarının insanlarını zengin iç dünyalarıyla anlatıyor.


ONLARDAN KALAN


Sevinç Çokum'un olgunluk çizgisindeki hikâyelerinin toplamı olan Onlardan Kalan, yine İstanbul dekoru içersinde kültür değişiminin pençesinde kaybolmakta olan erdemleri anlatıyor. Üslûbundaki derinleşmeyi belirleyen bu hikâyelerde Sevinç Çokum kendine has duyarlılığı ile kalıcı olan güzellikleri desteklemeğe çalışmaktadır.


EVLERİNİN ÖNÜ


Sevinç Çokum'un fikir ve duygu ağırlığını bir arada yansıtan hikâyeleri Evlerinin Önü 1980 öncesi bunalımlı günlerin ürünüdür. Yazar o karanlık atmosfer içersinde sevgiye dayanarak toplumumuzdan ve yakın tarihimizin içinden kesitler vererek dünden bugüne geçişlerle insanımızı değerlendirir.


HİLAL GÖRÜNÜNCE


Sevinç Çokum'un bu romanı, Türk dünyasının Kırım'la ilgili bir dilimini ele almıştır. 1853-1865 Kırım Harbi yıllarında Osmanlı Kırım yakınlaşması sırasında, Kırımlı Nizam Beyin kendi toprağına tutunma çabasının işlendiği romana Kırım Türklerine has renkli örf ve adetlerin hâkim olduğunu görmekteyiz... Nizam Beyle birlikte romanın diğer kişileri Arslan ve Giray beyler, Şirin Gelin, romana orijinallik katan "anlatıcı" Felekzede Ârif Çelebi karakterlerinin güçlü çizgileri, iç dünyalarının zenginlikleriyle yazarın olaydan bireye giden roman anlayışını ortaya koyarlar. Sevinç Çokum'un romanda belli bir noktaya ulaştığı Hilâl Görününce, Türk Edebiyatında önemli bir yeri doldurmaktadır.


AĞUSTOS BAŞAĞI


Ağustos Başağı'nda yazar, Millî Mücadele yıllarını ele almıştır. Olayları, Osmanlı Devleti'nin beşiği Söğüt ön planda olmak üzere, Batı Cephesi'nin diğer bölgelerine de uzanan bir coğrafya içerisinde değerlendirmektedir. Cepheyle cephe gerisi belgelerden ve gerçek kişilerden alınan bilgilerden yola çıkılarak anlatılmış ve yorumlanmıştır.


ÇIRPINTILAR


Çırpıntılar, yazarın üzerinde durduğu "parçalanmış aile"ler ve göç dramının bir başka kesitidir. Çokum bu romanında Avustralya'ya göç etmiş üç kişilik bir ailenin ayakta durma savaşını, bu savaşın nelere mal olabileceğini, kendi ülkelerine dönüşlerinde yaşayacakları uyumsuzlukları anlatır. Sevinç Çokum Çırpıntılar'da Türk romanı için yeni, sıcak ve unutulmaz kişilikler çizmektedir


BİZİM DİYAR


Bizim Diyar, Sevinç Çokum'un ikinci romanı. Yazar bu romanıyla yakın tarihimizden önemli bir kesiti günümüze getirmektedir. Osmanlı imparatorluğunun çöküş yıllarını, Balkan Savaşı ve Rumeli göçlerini ele alan yazar, bu kopuşu derinden yaşamış olan yakınlarının hikâyesini o çevreden seçtiği canlı karakterlerle romanlaştırmıştır. Bizim Diyar'ın bir özelliği de kaybedilen Rumeli'ye ait kültür mirasının İstanbul'a uzanmış çizgilerini yansıtmaktadır.

Sait Faik Abasıyanık

Yazar


1906 yılında Adapazarı'nda dünyaya geldi.Babası Mehmet Faik Abasıyanık kereste, ceviz kütüğü üzerine iş yapan bir tüccardı.Dedesi Sait Ağa'nın Adapazarı'ndaki kahvesi, aydın kişilerin toplantı yeridir.Annesi Makbule Hanım.Adapazarı ileri gelenlerinden Hacı Rıza Bey'in kızıdır.İstanbul Erkek Lisesinin onuncu sınıfından Bursa Lisesine nakledildi.Oradan mezun oldu.Bir süre Edebiyat Fakültesi’de okudu.Babasının isteği üzerine ekonomi tahsili için İsviçre’ye gitti.Onbeş gün sonra Fransa’ya geçti.Üç yıl orada yaşadı.Geri dönünce aile mesleği olarak ticaretle uğraştıysa da başarılı olamadı.Fransa'dan döndükten sonra kısa bir müddet Halıcıoğlu Ermeni Yetim Mektebi'nde Türkçe grup dersleri öğretmenliği yaptı.Hikaye yazarlığı onun mümeyyiz vasfı oldu.Bütün ömrünü, bazan Şişli'de Bulgar Çarşısı'ndaki apartmanında, çoğu zaman da Burgaz adadaki köşklerinde annesi ile geçirdi. Evlenmedi. Ölümünden sonra evi müze haline getirildi.Annesi bir Sait Faik Hikaye Armağanı tesis etti.Şiir, roman ve hikaye türlerinde eser vermiştir.11 Mayıs 1954 salı günü sirozdan öldü.


Eserleri:Semaver, Sarnıç, Şahmerdan, Lüzumsuz Adam, Mahalle Kahvesi, Havada Bulut, Kumpanya, Havuzbaşı, Son Kuşlar, Alemdağında Var Bir Yılan, Az Şekerli, Tüneldeki Çocuk, Mahkeme Kapısı(Adliye röportajları).


Kaynak:Türk Edebiyatı Tarihi Hürriyet Gazetesi Yayınları sf.120

Refik Özdek

(1928- 28 Ağustos 1995) Gazeteci, yazar, Köstence'de (Romanya) doğdu. Galatasaray Lisesi'ni bitirdi. İ.Ü. Hukuk Fakültesi'ne bir süre devam etti. Gazeteciliğe 1959 yılında Yeni İstanbul gazetesinde başladı. Roman, hikâye ve Fransızca'dan yaptığı çevirileri yayınlandı.


ESERLERi:


GECE YARISI GÜNEŞi  


Hayatın dörtyol ağzına gelip duran delikanlı, dünyayı kendisine dar görür. Sayısız erek alanları serilir gözlerinin önüne. Koşa koşa gider o alanlara: Laponlar ülkesi ve Kuzey kutup kuşağından Tac-Mahal'e, Ganj kıyılarına; güneyde Mısır piramitlerine, kuzeyde taygalara, Isık ve Hazar göllerine... Yeni ufuklara, yeni iklimlerde, değişik toplumlar arasında maceradan maceraya koşar. Bu özelliğiyle eser bir macera romanıdır. Belgeli, gerçek bir macera...


AFŞAROĞLU 


Afşaroğlu Mustafa, bıçak ve tabancadan başka güç tanımayan, asil duyguları damarlarında saklı ve uyarı bekleyen acar bir köy delikanlısıdır. Bir gün, yaşadığı köyün kör-karanlık bir kuyu olduğunu anlar ve çok ışıklı bir yıldızın kuyruğuna yapışarak o karanlık kuyudan çıkar. O çok ışıklı yıldız köyün genç öğretmenidir. İkisi arasında önce kavga olur, sonra sarsılmaz bir dostluk kurulur. Ama Afşaroğlu, ışıklı, uygar kentlere, birçokları gibi Almanya'ya gitmeye kararlıdır. O ışıklı kentlerde aydınlanacak, uygarlığın nimetlerini tadacaktır.


KiZiROĞLU MUSTAFA


Kitap üç hikâyeden oluşuyor. "Şakirden Al Haberi" ve "Kiziroğlu Mustafa" adlı hikâyelerinde Refik Özdek, vur-kaç'lı, burgaçlı, kargışlı günlerin başlangıcını ve sonrasını çarpıcı örneklerle anlatıyor. Karışık bir dünya değil, barışık bir dünya özlemini dile getiriyor. "Kendi Mezarını Kazan Adam" adlı hikâyesinde ise, toprağına ve doğaya tutkun bir çiftçinin, canından usandıran baskılara rağmen bunları korumak için direnişini, bu uğurda ölüme gidişini...


YAZI YAZMAKTAN KARNI NASIRLAŞAN ADAM


Roman konusu daha çok eski Sovyet İmparatorluğunun sınırları içinde kalan Türk ellerinde geçer. Ama okur, o ellerin doğasında, o ellerde yaşayanların duygu ve düşüncelerinde, global ya da küresel diyebileceğimiz meselelerin özünü de buluyor bu eserde.


 

Rasim Özdenören

yazar


1940’ta Maraş’ta doğdu. İlk ve orta öğrenimini Maraş, Malatya, Tunceli gibi Güney ve Doğu şehirlerinde tamamladı. İ.Ü. Hukuk Fakültesini ve İ.Ü. Gazetecilik Enstitüsü’nü bitirdi. Devlet Planlama Teşkilatı’nda uzman olarak çalıştı. Bir ara araştırma amacıyla ABD’nin çeşitli eyaletlerinde, 1970-1971’de iki yıl kadar kaldı. 1975 yılında Kültür Bakanlığı Bakanlık Müşavirliği görevine geldi. Aynı bakanlıkta bir yıl da müfettişlik yaptı. 1978’de istifa ederek ayrıldığı devlet memurluğuna bir süre sonra tekrar döndü. Çok Sesli Bir Ölüm ve Çözülme adlı hikayeleri ayrıca TV filmi yapılmış, bunlardan ilki, Uluslararası Prag TV Filmleri Yarışmasında jüri özel ödülünü almıştır.


ESERLERİ:Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler,Kafa Karıştıran Kelimeler,Müslümanca Yaşamak, Yaşadığımız Günler, Yumurtayı Hangi Ucundan Kırmalı, Çarpılmışlar, Çözülme, Çok Seseli Bir Ölüm, Gül Yetiştiren Adam, Hastalar ve Işıklar, Yeni Dünya Düzeninin Sefaleti, Ruhun Malzemeleri, Ben ve Hayat ve Ölüm, Yeniden İnanmak, Denize Açılan Kapı, Red Yazıları, Acemi Yolcu,İpin Ucu, Çapraz İlişkiler, Kent İlişkileri, Kuyu, Yüzler, Köpekçe Düşünceler.

Peyami Safa

(1899- 15 Haziran 1961): Yazar. İstanbul'da doğdu. Meşhur şair İsmail Safa'nın oğludur. Düzenli bir öğrenim göremedi. Kendi kendisini yetiştirdi. 13 yaşında hayata atıldı. Posta Telgraf Nezaretinde çalıştı. Öğretmenlik (1914-1918), gazetecilik (1918-1961) yaptı. Hayatını yazıları ile kazandı. İstanbul'da öldü.


Kardeşi İlhami ile Yirminci Asır adlı bir akşam gazetesi çıkardı. Bu gazetede "Asrın hikâyeleri" ilk hikâyelerini imzasız yayınladı (1919), Kültür Haftası (21 sayı, 15 Ocak-3 Haziran 1936) ve Türk Düşüncesi (63 sayı, 1953-1960) adlarında iki de dergi çıkardı. Tasvîr-i Efkâr, Cumhuriyet, Milliyet, Tercüman, Son Havadis gazetelerinde yazdı. Çok sevdiği oğlu Merve'yi askerliğini yaptığı sıra kaybetmesi Peyami Safa'yı çok sarstı. Bu olaydan birkaç ay sonra İstanbul'da öldü. Edirnekapı Şehitliği'nde gömülüdür.


Peyami Safa kendi kendisini yetiştirmiş ender şahsiyetlerden biridir. Fransızcayı Fransızca gramer kitabı yazabilecek kadar öğrenmiştir. 43 yıl hiç durmadan yazdı. Güçlü bir fikir adamı, romancı ve polemikçidir. Nâzım Hikmet Ran, Nurullah Ataç, Zekeriya Sertel, Muhsin Ertuğrul, Aziz Nesin'le polemiğe giriştir.


Öldüğü zaman Son Havadis gazetesi baş yazarı idi.


Peyami Safa halk için yazdığı edebî değeri olmayan romanlarını "Server Bedi" imzası ile yayınladı. Sayıları 80'i bulan bu eserler arasında;  Cumbadan Rumbaya (1936) romanıyla, Cingöz Recai  polis hikâyeleri dizisi en ünlüleridir. Ayrıca ders kitapları da yazdı. Peyami Safa'nın fıkra ve makalelerinde sağlam bir mantık dokusu ve inandırıcılık görülür. Romanlarında olaydan çok tahlile önem verdi. Toplumumuzdaki ahlâk çöküntüsünü, medeniyetin yarattığı bocalamayı, nesiller ve sosyal çevreler arasındaki çatışmayı dile getirdi. Zıt kavramları, duygu ve düşünce tezadını ustaca işledi.


Romanları: Gençliğimiz (1922), Şimşek (1923), Sözde Kızlar (1923), Mahşer (1924), Bir Akşamdı (1924), Süngülerin Gölgesinde (1924), Bir Genç Kız Kalbinin Cürmü (1925), Canan (1925), Dokuzuncu Hariciye Koğuşu (1930), Fatih-Harbiye (1931), Atilla (1931), Bir Tereddüdün Romanı (1933), Matmazel Noralya'nın Koltuğu (1949), Yalnızız (1951), Biz İnsanlar (1959). Hikâyeleri: Hikâyeler (Halil Açıkgöz derledi, 1980). Oyunu: Gün Doğuyor (1932). İnceleme- denemeleri: Türk İnkılâbına Bakışlar (1938), Büyük Avrupa Anketi (1938), Felsefî Buhran (1939), Millet ve İnsan (1943), Mahutlar (1959), Mistisizm (1961), Nasyonalizm (1961), Sosyalizm (1961), Doğu-Batı Sentezi (1963), Sanat- Edebiyat-Tenkid (1970), Osmanlıca-Türkçe- Uydurmaca (1970), Sosyalizm-Marksizim- Komünizm (1971), Din-İnkılâp-İrtica (1971), Kadın-Aşk-Aile (1973), Yazarlar-Sanatçılar- Meşhurlar (1976), Eğitim-Gençlik-Üniversite (1976), 20. Asır- Avrupa ve Biz (1976). Ders Kitapları: Cumhuriyet Mekteplerine Millet Alfabesi (1929), Cumhuriyet Mekteplerine Alfabe (1929), Cumhuriyet Mekteplerine Kıraat (I-IV, 1929), Yeni Talebe Mektupları (1930), Büyük Mektup Nümuneleri (1932), Türk Grameri (1941), Dil Bilgisi (1942), Fransız Grameri (1942), Türkçe İzahlı Fransız Grameri (1948).


Beşir Ayvazoğlu, Peyami, Hayatı, Sanatı Felsefesi Dramı'nı yayınladı (1998).


ESERLERi:


BiZ INSANLAR


Mütefekkir romancı bu eserde insan ruhunun derinliklerine büyük zekasının ışığını tutmaktadır. romanda asil bir ruhun insanın anlaşılmazlığı karşısındaki bunalımları, ikiyüzlülüğe ve bayağılıklara karşı isyanı verilmektedir. Harb yıllarının ahlâkı ve içtimâi hayanı verilmektedir. Harb yıllarının ahlâkı ve içtimâî hayatı perişan eden havası iinde dürüstlüğün ve ülkücülüğün savunması yapılmakta, kozmopolitliğe karşı milliyetçilik, materyalizme karşı maneviyatçılık bayraklaştırılmaktadır.


YALNIZIZ


Peyami Safa, bu eserinde insanlığı materyalizmin kör çenberini kırmağa, kendini kaybettiği ruhunu bulmaya çağırmaktadır. Asrımızda insanın bütün problemleri bu noktada düğümlenmektedir. Ve Allah'ı bilmedikçe, insanlık buhrandan buhrana yuvarlanacak, huzur ve sükun bulamayacaktır.


FATiH HARBiYE


Yazar bu romanında Tanzimat'tan kopup gelen, Millî Mücadelede ve sonraki yıllarda alevlenen batılılaşma hareketlerinin Türk tipindeki ve cemiyetindeki etkilerini incelemektedir.


MATMAZEL NORALiYA' NIN KOLTUĞU


Peyami Safa'nın mizac ve ruh yapısına uygun düşen bir konuyu ihtiva etmektedir. Ruhçu ve akılcı dünya görüşünün yazarın anlayışı çerçevesinde birleştirilmesi esasına dayanır.


DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU


Roman, yalnız ve hasta bir çocuğun ızdırabını, çocukça aşkını ve kıskançlığını; mes'ud olmak isteyen bir genç kızın temiz sevgisini; inanmak arzusu bütün benliğini saran bir insaın kuruntularını ve çıplak hastahane duvarı gerisindeki hıçkırıklarını anlatır.


MAHŞER


Yazarın görüşlerini değişik bir tarzda işlediği bir romandır.


ŞİMŞEK


Yazarın ilk romanlarındandır. Yazar bunda da bütün eserlerinde işlediği konuları, bir başka tarzda yeniden işlemektedir.


CANAN


Peyami Safa'nın "Şimşek", "Bir Akşamdı", "Mahşer" romanları tarzında bir diğer eseridir.


SÖZDE KIZLAR


Günümüzün kızlarını, onları mesud yahud bedbaht edebilecek hususları birer ibret levhası gibi yansıtmaktadır.


TÜRK İNKILABINA BAKIŞLAR


Atatürk İnkılâbları öncesindeki fikir cereyanlarını en gerçek kaynaklarıyla ortaya koymaya çalışmıştır.

Ömer Seyfettin

28.2.1884 tarihinde Gönen'de doğdu. Öğrenimine Gönen'de başlayan Ömer Seyfettin, Ayancık'ta ve annesiyle birlikte geldiği İstanbul'da Aksaray'daki Mekteb-i Osmaniye'ye devam etti, Eyüp'teki Baytar Rüşdiyesi'ni bitirip asker çocuğu olduğu için Kuleli Askeri İdadi'sine yazıldı (1893), bir müddet sonra da Edirne Askeri İdadisi'ne naklolarak öğrenimini burada tamamladı. Daha sonra İstanbul'da Mekteb-i Harbiye'ye gelen Ömer Seyfettin, piyâde mülâzımı sânisi rütbesiyle buradan mezun oldu. Teğmenlikle İzmir'de (1903-1910), sonra üsteğmen olarak Rumeli'de görev yaptı (1908-1910). Askerlik'ten ayrılıp Selanik'e gelerek, Genç Kalemler dergisinde yazmaya başladı. Balkan Savaşında tekrar subay olarak orduya döndü, Yunanlılar'ın elinde bir yıl kadar esir kaldı. Esareti sırasında da öykü yazamaya devam ederek bunları Halka Doğru, Türk Yurdu ve Zakâ dergilerinde yayımladı. İstanbul'a dönünce ordudan ikinci kez ayrılıp, ölümüne kadar Kabataş Lisesi edebiyat öğretmenliği yapan Ömer Seyfettin, 6 Mart 1920 tarihinde İstanbul'da öldü..


Öykü Kitapları


Sağlığında, Tarih Ezelî Bir Tekerrürdür (1910), Harem (1918), Efruz Bey (1919) adlı hikâye kitapları yayımlandı. Bilgi Yayınevi Bütün Eserleri adıyla yazarın tüm çalışmalarını 16 kitapta topladı. Ömer Seyfettin'in bu seriden basılan öykü kitapları şunlar: Kahramanlar, Bomba, Harem, Yüksek Ökçeler, Yüzakı, Yalnız Efe, Falaka, Aşk Dalgası, Beyaz Lale, Gizli Mabet.

Ömer Öztürkmen

ESERLERi:


ZİHNİYET İNKILABI


Tanıtım Yazıları: Bir yanda, yıllarca körükörüne taptıkları putlara başkaldıranlar... Dünyayı Marks'ın kitabından veya Dünya Bankası'nın, IMF'nin, OECD'nin gişelerinden görenler... Vahşi kapitalizmle vahşi komünizm arasında gidip gelenler...


BİLİMDEN DAMLALAR


Tanıtım Yazıları: Bilim ve teknoloji... Dilimizden hiç düşürmediğimiz bu kavramlara siyasîler ve üniversitelerimiz gereken önemi veriyorlar mı? "Bilgi Çağı"na adım atmaktan söz ediliyor; gereği için bilim adamlarımız, resmî ve özel kuruluşlarımız üzerlerine düşeni yapıyorlar mı? Bilimden Damlalar, bu konulardaki tespitleri, tavsiyeleri, problemleri işaret etmektedir.


GÖZYAŞI MEDENİYETİ


Tanıtım Yazıları: Bu kitapta, bir taraftan İslam'ın özünde var olan değerler incelenirken, diğer taraftan Batı düşüncesinin temelinde yatan çarpıklıklar mukayeseli bir şekilde anlatılmaya çalışılmıştır.

Nihat Sami Banarlı

Yazar


Edebiyat tarihçisi, yazar, şair ve edebiyat öğretmenidir.1907 yılında İstanbul'da Fatih'te doğdu.Trabzon mebusu şair Ömer Hilmi'nin torunu, vali şair İlyas Sami'nin oğludur.Soyadını babasının ve annesinin mezarlarının bulunduğu Banarlı kasabasından aldı. 1929 yılında Edebiyat Fakültesinden ve Yüksek Öğretmen Okulundan mezun oldu.1929-1934 yılları arasında Edirne Lisesi ile Kız ve Erkek Öğretmen Okulunda edebiyat öğretmenliği yaptı.1947 yılına kadar İstanbul'da Kabataş, Galatasaray, Boğaziçi, Şişli Terakki ve Işık Liselerinde, 1947-1969 yılları arasında Eğitim Enstitüsü ile Yüksek Öğretmen Okulunda Edebiyat; Yüksek İslâm Enstitüsünde İslâmi Türk Edebiyatı Tarihi öğretmenliklerinde bulundu.1969 yılında kendi isteği ile emekliye ayrıldı. Öğretmenlik yaparken bir çok kuruluşlarda ek görev aldı.1948 yılından itibaren Hürriyet gazetesinde Edebi Sohbetler sütununda devamlı yazılar yazdı.1953 yılında kurulan İstanbul Fetih Cemiyetine girdi. Bu kuruluşa bağlı olan İstanbul Enstitüsüne müdür oldu.1958 yılında Yahya kemal Enstitüsü yayın işlerini yürüttü.Milli Eğitim Bakanlığı 1000 Temel Eser ve Çağdaş Türk Yazarları Komisyonlarına üye ve başkan seçildi.1971 yılında kurulan Kubbealtı Akademisine Edebiyat Kolu Başkanı ve Akademi Dergisi Müdürü oldu.1974 yılında 67 yaşında iken İstanbul'da vefat etti. Mezarı Edirnekapı şehitliğindedir.


Eserleri:Yahya Kemal Yaşarken, Yahya Kemal’in Hatıraları,Türkçe’nin Sırları, Şiir ve Edebiyat Sohbetleri, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, Dasitan’i Tevarih’i Müluk’i Ali Osman ve Cemşid ve Hurşid Mesnevisi(Ahmedi), Namık Kemal ve Türk Osmanlı Milliyetçiliği, Büyük Nazireler Mevlid ve Mevlid’de Milli Çizgiler, Edebi Bilgiler, Metinlerle Edebi Bilgiler, Başlangıçtan Tanzimata Kadar Türk Edebiyatı Tarihi, Fatih’in Zafer Sırları.


Kaynak:


1)Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü Behçet Necatigil Varlık Y. İstanbul 1980 sf.70


2)Osmanlı Tarihi Yazarları M.Orhan Bayrak İstanbul 1982 sf.60-61

Hüseyin Nihal Atsız

yazar

Hüseyin Nihal Atsız 1905 yılında İstanbul'da doğdu.Yüksek Öğretmen Dkulu Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi (1930).Edebiyat öğretmenliği ve kütüphanecilik yaptı. Türk milliyetçiliğine gönül verdi, Atsız Mecmua, Orkun ve Ötüken dergilerini yayınladı. Şiirleri, romanları, araştırmaları ve Osmanlı Türçesinden sadeleştirmeleri yayınlanmıştır.11 Aralık 1975 tarihinde vefat etti, kabri Karacaahmet Mezarlığındadır.Nihal Atsız, yazar Necdet Sançar'ın da ağabeyi, Yağmur ve Buğra Atsız'ın babasıdır.

ESERLERİ(bazı):Bozkurtların Ölümü, Bozkurtlar Diriliyor, Deli Kurt, Ruh Adam(roman),Yolların Sonu (şiir), Edirneli Nazmi, Türk Tarihi Üzerine Toplamalar, Türkler ve Osmanlı Sultanları Tarihi, Türk Edebiyatı Tarihi, Türk Ülküsü,Osmanlı Tarihine Ait Takvimler, Türk Tarihinde Meseleler, Kemalpaşaoğlu, Birgili Mehmet Efendi, Ebussud ve Ali bibliyografyaları.

HAKKINDA YAZILANLAR
1.Atsız Armağan'ı Ötüken Y. İstanbul 1976
2.Nihal Atız Sakin Öner Toker y. İstanbul 1977

Nezihe Araz

yazar

1922 yılında Konya'da doğdu.Ankara eski milletvekili Rıfat Araz ile Adeviye Araz'ın kızı. Nurettin, Hayrettin, Kemal Araz'ın ve Samiye Alplaçin, Vecihe Büyükaksoy'un kardeşidir.

Nezihe Araz; DTCF'de Behice Boran'ın asistanı iken sol eylemlere katılmıştır. *Bilahare solculuktan Rifailiğe geçmiştir. Kenan Rıfai ve 20. Asırda Müslümanlık kitabını yazanlardandır.Son yıllarda sosyal demokrat çizgide eserler vermektedir.

Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü'nü bitiren Nezihe Araz, Resimli Hayat dergisinde gazeteciliğe başladı (1950). Babıâli'nin çeşitli gazetelerinde fıkra yazarlığı yaptı. Röportajları ve araştırmaları yayınlandı. Yunus Emre'nin ve Mevlana'nın hayatını "Dertli Dolap" ve "Aşk Peygamberi" adlı kitaplarda anlattı.Peygamber Efendimiz'in ve Fatih Sultan Mehmet'in hayatını anlatan biyografileri yayınlandı. Şiirlerini "Benim Dünyam" adlı bir kitapta toplayan Nezihe Araz'ın "Anadolu Evliyaları" adlı kitabı ilgi ile karşılandı.Meydan-Larousse, Larousse-Gençlik ve Kaynak Kitaplar Yayınevi'nin hazırladığı Türkiye Ansiklopedisi'yle diğer yayınların yapımcı veya yayıncılığını yaptı.

Anadolu halk törelerini, özellikle kadın giyim ve süs eşyasının özelliklerini ve banlara ilişkin anekdotları derledi. Anadolu kadınları baş süslemelerinden bir koleksiyon oluşturdu. Orta Anadolu yörükleri arasında yaptığı araştırmaları "Kırk Pencereli Konak" adıyla yayınladı.

Nezihe Araz, Kent Oyuncuları tarafından sergilenen "Hayattan Yapraklar" adlı televizyon dizisini ve yine Kent Oyuncuları'nın sergilediği, "Akıllı Tavşan ve Güçlü Aslan", "Sihirli Fındıklar" adlı müzikli çocuk oyunlarını yazdı. Araz'ın Devlet Tiyatroları edebi kurullarınca repertuara alınan ve çeşitli tarihlerde oynanan oyunları şunlardır:"Bozkır Güzellemesi", "Öyle Bir Nevcivan", "Alacakaranlık", "İmparatorun İki Oğlu", "Afife Jale", "Cahide", "Ballar Balını Buldum."

Ayrıca 1984'ten sonra televizyonda "Hanımlar Sizin İçin" adlı, kadınlara yönelik kuşak programları çeşitli aralıklarla yayınlanmaktadır. "O Kadın", "Ekmek Kavgası", "İhtiras Fırtınası", "Afife Jale" ve "Hanım" adlı senaryoları film olmuştur.

Neyzen Tevfik

Şair-besteci


24 Mart 1879'da Bodrum'da doğdu. Babasının görevli bulunduğu Urla kasabasında amatör bir neyzenden nota ve usul bilgileri öğrenerek başladığı ney çalışmalarını kendi kendine ilerletti. İzmir İdadisi'ne girdiyse de bitirmeden ayrıldı. Bu arada gene kendi kendine Farsça öğrendi. İzmir Mevlevihanesi'ne girdi. Daha sonra İstanbul'a yerleşerek Galata ve Kasımpaşa Mevlevihanelerine devam etti. Bir yandan da şiirle ilgileniyordu. Eşref'le ve Mehmet Akif'le tanıştı ve şiir konusunda her ikisinden de etkilendi. 1908'den sonra bir süre Mısır'da bulundu 1913'te İstanbul'a döndü.


Neyzen Tevfik genellikle toplum kurallarına uymadan yaşamını sürdürmüştür. Sazını bir geçim kapısı haline geçirmemek için direnmiş, yalnızca içinden geldiği zaman ney üflemiştir. Neyzenliğini geliştirmek kaygısı duymamış, sanat değeri kalıcı bir müzikçi olmak için uğraşmamıştır. Neydeki başlıca ustalığı sazı iyi üflemesiydi. Belirli müzik kurallarının dışına çıkar, ama hep duyarak çalar ve dinleyenleri etkilerdi. Kendi açıklamasına göre yüze yakın plak doldurmuştur. Neyzenliğinin yanı sıra adını yergi ve taşlamaları ile de duyurmuştur. Bazı eleştirmenlere göre bu türün Nef'î ve Eşref'ten sonra üçüncü önemli temsilcisi sayılır. 28 Ocak 1953 'de İstanbul'da öldü.


ESERLERİ Şiir Kitabı: Hiç, Azab-ı Mukaddes. Beste: Nihavent Saz Semaisi; Şehnazbuselik Saz Semaisi; Taksimler, taş plak.

Nevzat Köseoğlu

(1941-) Yazar, Erzurum'un İspir ilçesinde doğdu. Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Bir dönem parlamenterlik yaptı.


ESERLERi:


TÜRK DÜNYASI TARiHi ve TÜRK MEDENiYETi ÜZERiNE DÜŞÜNCELER


Asır asır Türk tarihini, Türkiye ve diğer Türk sahalarının tarihleriyle birlikte ele alan eserde, her asrın sonunda geniş ve doyurucu bir değerlendirme ile sosyal meselelere bakılmaktadır.


KiTAP ŞUURU


Muhtelif makalelerden oluşmaktadır. Bunlar Türk Milleti'nin bugünkü problemlerine derinlemesine bakan bir Türk münevverinin araştırma-inceleme sonuçlarıdır.


MiLLi KÜLTÜR ve KiMLiK


Yazar, bu kitapta toplanmış yazılarıyla bir tarih ve kültür felsefesinin bakış açılarına istinaden, kültürümüzün dünkü, bugünkü durumlarını açıklamağa ve yarınlarla ilgili ipuçlarını yakalamağa çalışmaktadır.


KONUŞMALAR


Nevzat Kösoğlu'nun 1977-1980 arasında TBMM'nde yaptığı bazı konuşmaları ve Aralık 1981'de Ankara Sıkıyönetim Mahkemesi'nde MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası'ndaki Sorgu'sunu ve Savunma'sını içine almaktadır.


TÜRK KİMLİĞİ VE TÜRK DÜNYASI


Türkiye bugün, tarihî kıblesine dönük bir iman hamlesi içinde görünmektedir. Bu açıdan bakıldığında, büyük zamanlar yaşamakta olduğumuz söylenebilir. Türk kültür coğrafyasının bütün alanları, tarihinin hiç bir döneminde olmadığı kadar birbirine açılmıştır; çok büyük ve güzel kültürel açılışlarının imkânları doğmuştur. Bu imkânları değerlendirebilmek için, bu iman hareketini alevlendirip genişletmek, böylece, toplumun kendine güvenini sağlayarak, kültürel yaratıcılığı beslemek gerekecektir. Eğer bu iman hamlesi, kıblesini kaybetmeden, zengin ve sağlıklı bir fikir muhtevasına ve çağdaş ve sağlıklı ölçülere sahip olamazsa geleneği, geleceğin malzemesi ve üslûp örneği gibi görmeyip, mukaddeslerimiz arasına alırsa, kaybolmuş zamanları yaşamış olacağız.

Necip Fazıl Kısakürek

Şair-Yazar


1904 yılında İstanbul’da doğdu. Çeşitli okullarda, bu arada Amerikan Koleji'nde okudu ve orta öğrenimini Bahriye Mektebi'nde yaptı(1922). Bu askeri okulda, din derslerini, Aksekili Ahmed Hamdi, tarih derslerini Yahya Kemal'den görmüş, ama asıl anlamda "edebiyat ve felsefeden riyaziyeye ve fiziğe kadar iç ve dış bir çok ilimde derin ve mahrem mıntıkalara kadar nüfuz edebilmiş" dediği İbrahim Aşkî'nin etkisinde kalmıştır.İbrahim Aşkî, verdiği kitaplarla onun "deri üstü deri bir plânda da olsa" tasavvufla ilk temasını sağlamıştır. Kısakürek Bahriye Mektebi'nin "namzet ve harp sınıflarını bitirdikten sonra" Darülfünun Felsefe Bölümü'ne girmiş ve oradan mezun olmuştur (1921-1924). Felsefedeki en yakın arkadaşlarından biri Hasan Ali Yücel'dir. Milli Eğitim Bakanlığı bursu ile bir yıl  Paris'te gitmiştir. (1924-1925). Yurda döndükten sonra Hollanda, Osmanlı ve İş Bankalarında memurluk ve müfettişlik gibi görevlerde bulunmuş (1926-1939), Ankara'da Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Devlet Konservatuvarı ile İstanbul'da Güzel Sanatlar Akademisi'nde dersler vermiştir (1939-1942). Daha gençlik yıllarında basınla ilişkiye geçen Kısakürek, bu tarihten sonra memurlukla ilişkisini kesmiş, hayatını yazarlık ve dergicilikten kazanmaya başlamıştır.Necip Fazıl Kısakürek  25 Mayıs 1983 tarihinde   Erenköy'deki evinde öldü.Naşı, Eyüp sırtlarındaki kabristana defnedilmiştir.


Ödülleri


Necip Fazıl Sabır Taşı adlı oyunuyla 1947 yılında C.H.P. Piyes Yarışmacı Birincilik Ödülü'nü almıştır. Kısakürek'e doğumunun 75. yıldönümü dolayısıyla Kültür Bakanlığı'nca "Büyük Kültür Armağanı" (25 Mayıs 1980) ve Türk Edebiyatı Vakfı'nca "Türkçenin Yaşayan En Büyük Şairi" ünvanını vermiştir.


Yazı Hayatı


Necip Fazıl'ın yayınlanan ilk şiiri Örümcek Ağı adlı kitabına "Bir Mezar Taşı" başlığıyla alacağı "Kitabe" şiiridir ve 1 Temmuz 1923 tarihli Yeni Mecmua'da çıkmıştır. Necip Fazıl hatıralarında "benim de yerim bu el oldu yâhu/ Gençlik bahçesinde sel oldu yâhu" dizeleriyle başlayan bu şiir dolayısıyla Ahmet Haşim'in "Çocuk Bu Sesi nerden buldun sen?" dediğini yazmaktadır. Kısakürek bu tarihten itibaren 1939 yılına kadar Yeni Mecmua, Milli Mecmua, Anadolu, Hayat, Varlık gibi dergilerle Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan şiir ve yazılarıyla ününü genişletmiştir.Necip Fazıl 1925 yılında Paris'ten yurda döndükten sonra, aralıklı şekilde ama uzun sürelerle Ankara'da kalmış, üçüncü gelişinde, bazı bankaların da desteğini sağlayarak 14 Mart 1936 tarihinde Ağaç adlı bir dergi çıkarmıştır. Yazarları arasında Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Kutsi Tecer, Mustafa Şekip Tunç'un da bulunduğu Ağaç, yeni kapanmış olan Yakup Kadri'nin sahipliğindeki Kadro dergisinin Burhan Belge, Vedat Nedim Tör, Şevket Süreyya Aydemir ve İsmail Husrev Tökin gibi yazarlarının savunduğu ve dönemin etellektüellerini hayli etkilemiş bulunan materyalist ve marksizan düşüncelerine karşı spiritüalist ve idealist bir çizgi izlemeyi öngörmüştür. Ankara'da altı sayı çıkan Ağaç dergisini Kısakürek daha sonra İstanbul'a nakletmiş, ancak dergi 17'nci sayıda kapanmıştır.Ve Büyük Doğu Necip Fazıl, 1943 yılında bu defa, dini ve siyasi kimliği de olan Büyük Doğu dergisini çıkarmış, 1978 yılına kadar aralıklarla haftalık, günlük ve aylık olarak çıkardığı Büyük Doğu'da iktidarlara cephe almış, yazı ve yayınları yüzünden mahkemelere düşmüş, dergi birçok kez kapatılmıştır. Özellikle İslam medeniyetini ve tarihini savunan Necip Fazıl giderek milletimizin sevdiği bir insan olmuştur. Necip Fazıl 1947 yılında Büyük Doğu'nun toplatılması üzerine ayrıca Borazan diye bir siyasi mizah dergisi de çıkarmıştır.


ESERLERİ


Şiir: Örümcek Ağı, Kaldırımlar, Ben ve Ötesi, Sonsuzluk Kervanı, Çile, Şiirlerim, Esselâm, Çile Oyun: Tohum, Bir Adam Yaratmak ,Künye, Sabır Taşı, Para, Nami Diğer Parmaksız Salih, Reis Bey, Ahşap Konak, Siyah Pelerinli Adam, Ulu Hakan Abdülhamit, Yunus Emre.


Roman: Aynadaki Yalan, Kafa Kağıdı


Hikaye: Birkaç Hikâye Birkaç Tahlil, Ruh Burkuntularından Hikâyeler, HikâyelerimHatırat: Cinnet Mustatili, Hac, O ve Ben, Bâbıâli.


KALDIRIMLAR / I


Sokaktayım,


kimsesiz bir sokak ortasında,


Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.


Yolumun karanlığa karışan noktasında,


Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.


Kara gökler külrengi bulutlarla kapanık;


Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.


Bu geceyarısında iki kişi uyanık:


Biri benim, biri de uzayan kaldırımlar.


İçimde damla damla bir korku birikiyor;


Sanıyorum her sokak başını kesmiş devler.


Simsiyah camlarını üzerime dikiyor,


Gözleri çıkarılmış bir âmâ gibi evler.


Kaldırımlar, ıstırap çekenlerin annesi,


Kaldırımlar, içimde uzayan bir lisandır,


Kaldırımlar, duyulur ses kesilince sesi,


Kaldırımlar, içimde uzayan bir lisandır.


Bana düşmez can vermek yumuşak bir kucakta,


Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum.


Aman sabah olmasın bu karanlık sokakta,


Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum.


Ben gideyim yol gitsin, ben gideyim yol gitsin;


İki yanımda aksın bir sel gibi fenerler.


Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;


Yolumda bir tâk olsun zulmetten taş kemerler.


Ne ışıkta gezeyim, ne göze görüneyim;


Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları.


Islak bir yorgan gibi iyice bürüneyim,


Örtün, üstüme örtün serin karanlıkları.


Uzanıverse gövdem taşlara boydan boya,


Alsa bu soğuk taşlar alnımdaki ateşi.


Dalıp sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,


Ölse kaldırımların kara sevdalı eşi...


 


Necip Fazıl Kısakürek


 


Ayrıntılı Bilgi İçin Tıklayınız


Şair-Yazar


1904 yılında İstanbul’da doğdu. Çeşitli okullarda, bu arada Amerikan Koleji'nde okudu ve orta öğrenimini Bahriye Mektebi'nde yaptı(1922). Bu askeri okulda, din derslerini, Aksekili Ahmed Hamdi, tarih derslerini Yahya Kemal'den görmüş, ama asıl anlamda "edebiyat ve felsefeden riyaziyeye ve fiziğe kadar iç ve dış bir çok ilimde derin ve mahrem mıntıkalara kadar nüfuz edebilmiş" dediği İbrahim Aşkî'nin etkisinde kalmıştır.İbrahim Aşkî, verdiği kitaplarla onun "deri üstü deri bir plânda da olsa" tasavvufla ilk temasını sağlamıştır. Kısakürek Bahriye Mektebi'nin "namzet ve harp sınıflarını bitirdikten sonra" Darülfünun Felsefe Bölümü'ne girmiş ve oradan mezun olmuştur (1921-1924). Felsefedeki en yakın arkadaşlarından biri Hasan Ali Yücel'dir. Milli Eğitim Bakanlığı bursu ile bir yıl  Paris'te gitmiştir. (1924-1925). Yurda döndükten sonra Hollanda, Osmanlı ve İş Bankalarında memurluk ve müfettişlik gibi görevlerde bulunmuş (1926-1939), Ankara'da Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Devlet Konservatuvarı ile İstanbul'da Güzel Sanatlar Akademisi'nde dersler vermiştir (1939-1942). Daha gençlik yıllarında basınla ilişkiye geçen Kısakürek, bu tarihten sonra memurlukla ilişkisini kesmiş, hayatını yazarlık ve dergicilikten kazanmaya başlamıştır.Necip Fazıl Kısakürek  25 Mayıs 1983 tarihinde   Erenköy'deki evinde öldü.Naşı, Eyüp sırtlarındaki kabristana defnedilmiştir.


Ödülleri


Necip Fazıl Sabır Taşı adlı oyunuyla 1947 yılında C.H.P. Piyes Yarışmacı Birincilik Ödülü'nü almıştır. Kısakürek'e doğumunun 75. yıldönümü dolayısıyla Kültür Bakanlığı'nca "Büyük Kültür Armağanı" (25 Mayıs 1980) ve Türk Edebiyatı Vakfı'nca "Türkçenin Yaşayan En Büyük Şairi" ünvanını vermiştir.


Yazı Hayatı


Necip Fazıl'ın yayınlanan ilk şiiri Örümcek Ağı adlı kitabına "Bir Mezar Taşı" başlığıyla alacağı "Kitabe" şiiridir ve 1 Temmuz 1923 tarihli Yeni Mecmua'da çıkmıştır. Necip Fazıl hatıralarında "benim de yerim bu el oldu yâhu/ Gençlik bahçesinde sel oldu yâhu" dizeleriyle başlayan bu şiir dolayısıyla Ahmet Haşim'in "Çocuk Bu Sesi nerden buldun sen?" dediğini yazmaktadır. Kısakürek bu tarihten itibaren 1939 yılına kadar Yeni Mecmua, Milli Mecmua, Anadolu, Hayat, Varlık gibi dergilerle Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan şiir ve yazılarıyla ününü genişletmiştir.Necip Fazıl 1925 yılında Paris'ten yurda döndükten sonra, aralıklı şekilde ama uzun sürelerle Ankara'da kalmış, üçüncü gelişinde, bazı bankaların da desteğini sağlayarak 14 Mart 1936 tarihinde Ağaç adlı bir dergi çıkarmıştır. Yazarları arasında Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Kutsi Tecer, Mustafa Şekip Tunç'un da bulunduğu Ağaç, yeni kapanmış olan Yakup Kadri'nin sahipliğindeki Kadro dergisinin Burhan Belge, Vedat Nedim Tör, Şevket Süreyya Aydemir ve İsmail Husrev Tökin gibi yazarlarının savunduğu ve dönemin etellektüellerini hayli etkilemiş bulunan materyalist ve marksizan düşüncelerine karşı spiritüalist ve idealist bir çizgi izlemeyi öngörmüştür. Ankara'da altı sayı çıkan Ağaç dergisini Kısakürek daha sonra İstanbul'a nakletmiş, ancak dergi 17'nci sayıda kapanmıştır.Ve Büyük Doğu Necip Fazıl, 1943 yılında bu defa, dini ve siyasi kimliği de olan Büyük Doğu dergisini çıkarmış, 1978 yılına kadar aralıklarla haftalık, günlük ve aylık olarak çıkardığı Büyük Doğu'da iktidarlara cephe almış, yazı ve yayınları yüzünden mahkemelere düşmüş, dergi birçok kez kapatılmıştır. Özellikle İslam medeniyetini ve tarihini savunan Necip Fazıl giderek milletimizin sevdiği bir insan olmuştur. Necip Fazıl 1947 yılında Büyük Doğu'nun toplatılması üzerine ayrıca Borazan diye bir siyasi mizah dergisi de çıkarmıştır.


ESERLERİ


Şiir: Örümcek Ağı, Kaldırımlar, Ben ve Ötesi, Sonsuzluk Kervanı, Çile, Şiirlerim, Esselâm, Çile Oyun: Tohum, Bir Adam Yaratmak ,Künye, Sabır Taşı, Para, Nami Diğer Parmaksız Salih, Reis Bey, Ahşap Konak, Siyah Pelerinli Adam, Ulu Hakan Abdülhamit, Yunus Emre.


Roman: Aynadaki Yalan, Kafa Kağıdı


Hikaye: Birkaç Hikâye Birkaç Tahlil, Ruh Burkuntularından Hikâyeler, HikâyelerimHatırat: Cinnet Mustatili, Hac, O ve Ben, Bâbıâli.


KALDIRIMLAR / I


Sokaktayım,


kimsesiz bir sokak ortasında,


Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.


Yolumun karanlığa karışan noktasında,


Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.


Kara gökler külrengi bulutlarla kapanık;


Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.


Bu geceyarısında iki kişi uyanık:


Biri benim, biri de uzayan kaldırımlar.


İçimde damla damla bir korku birikiyor;


Sanıyorum her sokak başını kesmiş devler.


Simsiyah camlarını üzerime dikiyor,


Gözleri çıkarılmış bir âmâ gibi evler.


Kaldırımlar, ıstırap çekenlerin annesi,


Kaldırımlar, içimde uzayan bir lisandır,


Kaldırımlar, duyulur ses kesilince sesi,


Kaldırımlar, içimde uzayan bir lisandır.


Bana düşmez can vermek yumuşak bir kucakta,


Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum.


Aman sabah olmasın bu karanlık sokakta,


Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum.


Ben gideyim yol gitsin, ben gideyim yol gitsin;


İki yanımda aksın bir sel gibi fenerler.


Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;


Yolumda bir tâk olsun zulmetten taş kemerler.


Ne ışıkta gezeyim, ne göze görüneyim;


Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları.


Islak bir yorgan gibi iyice bürüneyim,


Örtün, üstüme örtün serin karanlıkları.


Uzanıverse gövdem taşlara boydan boya,


Alsa bu soğuk taşlar alnımdaki ateşi.


Dalıp sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,


Ölse kaldırımların kara sevdalı eşi...

Nazım Hikmet RAN

1902 yılında Selanik'de doğmuştur. İlköğrenimini İstanbul'da Göztepe Taşmektep, Galatasaray Lisesi ilk bölümü (1914), Nişantaşı Numune Mektebi'nde tamamlamış, orta öğrenimi ise, Heybeliada Bahriye Mektebi'nda yapmıştır (1918). Nazım Hikmet Bahriye'yi bitirdikten sonra Hamidiye Kruvazörü'ne stajyer güverte subayı olarak verilmiş, bir gece nöbetinde üşütüp zatülcem olmuş (1919), sağlığını kazanamayınca askerlikten çürüğe çıkarılmıştır (1920).


Askerlikten ayrıldıktan sonra, İstanbul'un işgaline çok üzülen Nâzım Hikmet Millî Mücadele'ye katılmak üzere Anadolu'ya geçmiş, Bolu Lisesi'nde kısa bir süre öğretmenlik yapmıştır (1921). Rus devrimiyle ilgilenen şair, bir süre sonra Batum'dan Moskova'ya gitmiş ve Doğu Üniversitesi'nde ekonomi ve toplumbilim okumuştur (1922-1924). Yurda dönüşünden sonra Aydınlık dergisine katılmış, burada çıkan şiirlerinden ötürü hakkında "gıyaben" mahkumiyet kararı verildiğini öğrenince yeniden Rusya'ya kaçmış, af çıkması üzerine Türkiye'ye dönmüş ve bir süre Hopa cezaevinde tutuklu kalmıştır (1928).


Nâzım Hikmet daha sonra İstanbul'a yerleşmiş, çeşitli gazete ve dergilerle film stüdyolarında çalışmış, ilk şiir kitaplarını çıkarmış ve oyunlarını yazmıştır (1928-1932). Bir ara yine tutuklanmış, Cumhuriyet'in 10. yılı dolayısıyla çıkarılan af yasası ile serbest bırakılmıştır. Akşam, Son Posta, Tan gazetelerinde Orhan Selim takma adıyla fıkra yazarlığı ve başyazarlık yapmıştır (1933).


Kara Harp Okulu öğrencileri arasında propaganda yaptığı iddiasıyla yargılanmış, Harp Okulu Askeri Mahkemesi'nce 15 yıl, ardından Donanma içinde faaliyette bulunduğu iddiasıyla da Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi'nce 20 yıl olmak üzere toplam 35 yıl hapis cezasına çarptırılmış, cezası Türk Ceza Kanunu'nun 68 ve 77 maddeleri uyarınca 28 yıl dört aya indirilmiştir (1938). Demokrat Parti'nin iktidara gelmesinden sonra çıkarılan af yasası (1950) kapsamına alınması için açılan büyük bir kampanyanın ardından, hukukçular yasal yollara başvurmuş, bu arada Nâzım Hikmet de hapishanede açlık grevine başlamıştır. Sonunda Nâzım Hikmet'in geri kalan cezası affedilmiş ve şair 13 yıl hapislikten sonra hürriyete kavuşmuştur.


Serbest bırakıldıktan sonra iş bulamayan, kitap çıkaramayan şair için bu kez askerlik kararı alınmış, 50 yaşında ve hasta olan Nâzım Hikmet çok zor durumda kalmıştır. Öldürülmekten korkan şair, kız kardeşinin kocası Refik Erduran'ın yardımıyla bir motorla Karadeniz'de seyreden Romanya bandıralı bir gemiye binerek Türkiye'den ayrılmıştır.Bundan sonraki hayatı baskı altında ve zorunlu sovyet propogandası yapmakla geçmiştir. Nâzım Hikmet, 3 Haziran 1963 tarihinde Moskova'da ölmüştür.


YAZI HAYATI Nâzım Hikmet, hece vezniyle yazdığı ilk şiirlerini Yeni Mecmua, İnci, Ümit ve Celal Sahir (Erozan)'ın çıkardığı Birinci Kitap, İkinci Kitap vb. dergilerinde yayımlamıştır. "Bir Dakika" adlı şiiriyle Alemdar gazetesinin açtığı yarışmada birincilik kazanmıştır (1920). Daha sonra Aydınlık, Resimli Ay, Hareket, Resimli Herşey, Her Ay gibi dergilerde yazan Nâzım Hikmet cezaevine girdikten sonra yıllarca yayın yapamamıştır. Ancak, 1940'lı yıllarda, Yeni Edebiyat, Ses, Gün, Yürüyüş, Yığın, Baştan, Barış gibi toplumcu dergilerde İbrahim Sabri, Mazhar Lütfi takma adlarıyla ya da imzasız olarak bazı şiirleri çıkmıştır. Kuvâyı Milliye Destanı İzmir'de Havadis gazetesinde tefrika edilmiştir (1949). Destanı Yön dergisi yayınlayarak (1965) Nâzım Hikmet'i yeniden okurlara ulaştırmıştır.


ESERLERİ ŞİİR: 835 Satır, Jokond ile Si-Ya-U, Varan 3, 1+1=1 (Nail V. ile), Sesini Kaybeden Şehir, Benerci Kendini Niçin Öldürdü , Gece Gelen Telgraf, Taranta Babu'ya Mektuplar, Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı, Kurtuluş Savaşı Destanı, Saat 21-22 Şiirleri, Memleketimden İnsan Manzaraları, Rubailer, Dört Hapishaneden, Yeni Şiirler, Son Şiirleri. OYUN: Kafatası, Bir Ölü Evi Yahut Merhumun Hanesi, Unutulan Adam, İnek , Ferhat ile Şirin, Enayi, Sabahat, Yusuf ile Menofis, İvan İvanoviç Var mıydı, Yok muydu ? ROMAN: Kan Konuşmaz, Yeşil Elmalar, Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim.


YAZILAR: İt Ürür Kervan Yürür (Orhan Selim takma adıyla), Alman Faşizmi ve Irkçılığı, Milli Gurur, Sovyet Demokrasisi.


MEKTUPLAR: Kemal Tahir'e Hapishaneden Mektuplar, Cezaevinden Memet Fuat'a Mektuplar, Bursa Cezaevinden Vâ-Nû'lara Mektuplar, Nâzım'ın Bilinmeyen Mektupları (Adalet Cimcoz'la Mektuplar, Haz. Ş. Kurdakul), Piraye'ye Mektuplar.


MASAL: La Fontaine'den Masallar (Ahmet Oğuz Saruhan adıyla), Sevdalı Bulut.

Mustafa Ruhi Şirin

şair


1955’te Trabzon’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini, Of, Maçka ve Ahlat’ta tamamladı. A.İ.T.İ.A. Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu’nun radyo televizyon program uzmanlığı bölümünden mezun oldu (1978). 1977’den bu yana görev aldığı TRT’de radyo ve televizyon çocuk programları hazırladı, yöneticilik görevlerinde bulundu. 1986-1991 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Radyo Televizyon Meslek Yüksek Okulu’nda iletişim alanında dersler verdi. Çocuk kültürü, sanatı, edebiyatı, eğitimi, hakları ve düşüncesi üzerine araştırmalarını sürdüren yazar medeniyet merkezli çocuk okuması öneren düşünceleri ile tanınıyor.


Eserleri: Gökyüzü Çiçekleri, Çocuk Kalbimdeki Kuş, Bebeğin Duası, Rüya Saati (şiir, İz Yayıncılık), Masal Mektuplar (mektup), Bilgi Ağacı, Leyleğin Aklı, Altın Kiremitli Saray, Yüzük Taşı, Kar Altında Bir Kelebek, Guguklu Saatin Kumrusu, Bülbül ile Leylek, Keloğlan’ın Oyunu, Kuş Ağacı (masal), (UNESCO Resimli Çocuk Kitapları Ödülü-1992), Her Çocuğun Bir Yıldızı Var (hikaye), Çocuk Yüzlü Yazılar (deneme, İz Yayıncılık). Yazarın Guguklu Saatin Kumrusu masal kitabı, Turturica din ceasul cucuc Rumence’ye (1995) ve Masal Mektuplar kitabı Cohobja (Düşlemeler) adıyla Makedonca’ya (1996) çevrildi, Televizyon Çocuk ve Aile, Çocukluğun Kozası, Çocuğa Adanmış Konuşmalar, Gösteri Çağı Çocukları, Kuşatılmış Çocukluğun Öyküsü.

Mustafa Özel

yazar


Ağrı’da doğdu (1956). Naci Gökçe Lisesi (1974) ve Boğaziçi Üniversitesi İdari Bilimler Fakültesi (İktisat 1980) mezunu. Bankacılık, dış ticaret ve sanayi sektörlerinde yönetici ve danışman olarak çalıştı. Dergâh, İzlenim, Kayıtlar, İlim ve Sanat, İslam, Yedi İklim, İktisat ve İş Dünyası dergilerinde yazı ve çevirileri yayımlandı. Halen çeşitli kuruluşlara danışmanlık yapmakta ve muhtelif yayın organlarında köşe yazarlığı yapmaktadır.


ESERLERİ:Amerikan Yüzyılının Sonu, Piyasa Düşmanı Kapitalizm, Küresel Rekabet (editör), Stratejik Yönetim ve Liderlik (editör), İktisat Risaleleri (editör), İktisat ve Din, Tarih Risaleleri (editör), Devlet ve Ekonomi, Değişim ve Kriz, İstikbal Köklerdedir, Yöneticilik Dersleri, Refahlı Türkiye, Müslüman ve Ekonomi, Liderlik Sanatı.

Mustafa Miyaslıoğlu

Mustafa Miyasoğlu; 1946 yılında Kayseri'de doğan şair, ilk ve orta öğrenimini burada tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde okudu. On yıl liselerde öğretmenlik, on iki yıl da üniversitede okutmanlık yaptı. Bu arada, 1988-92 yılları arasında Pakistan'ın İslamabad şehrindeki yabancı diller enstitüsünde yardımcı profesör ünvanıyla görevlendirildi. 1966 yılından beri şiir yanında deneme, hikâye, tiyatro ve roman türlerinde de eser veren sanatçı, pek çok dergi ve gazetede kültür ve sanat yazıları yayınladı, şiir ve romanlarıyla armağanlar kazandı. T. Millî Kültür Vakfı özel armağanını kazanan Hicret Destanı adlı şiiri Dr. Muhammed Harb tarafından arapçaya çevrildi. Ayrıca başka şiir ve hikâyelerinin de İngilizce, Arapça ve Urduca çevirileri yurtdışında yayınlandı. Samsun, Ankara ve Kahire üniversitelerinde eserleri üzerine tezler hazırlandı.İlk şiiri Filiz dergisinde çıktı (Kayseri, 1966). Şiir ve yazıları Hisar, Türk Edebiyatı, Edebiyat, Mavera, Millî Gençlik, Yeni Sanat, Sedir dergilerinde yayınladı. Suffe Yayınlarını kurarak Suffe Kültür Yıllığı'nı yayınlamaya başladı (1982). Şiir, hikâye ve romanlarında millî kimlik arayışına yöneldi, toplumda değer çatışmalarını işledi. Bazı araştırmalarında Semih Güngör imzasını kullanmıştır.Şiirleri: Rüya Çağrısı (1993), Devran (1978), Hicret Destanı (1981), Şiirler (Toplu şiirleri, 1983), Bir Gülü Andıkça (1997). Hikâyeleri: Geçmiş Zaman Aynası (1976). Romanları: Kaybolmuş Günler (1975), Dönemeç (1980), Güzel Ölüm (1982), Bir Aşk Serüveni (1995). Biyografileri: Necip Fazıl Kısakürek (1985), Asaf Halet Çelebi (1986), Ziya Osman Saba (1987), Haldun Taner (1988). Antoloji: Çağdaş İslâmî Şiirler Antolojisi (1988). Denemeleri: Edebiyat geleneği (1975), Devlet ve Zihniyet (1980), Muhacir (1981), Roman Düşüncesi ve Türk Romanı (1998).


ESERLERi:


PANCUR


Mustafa Miyasoğlu, romanları ve romana dair yazıları yanında, her biri bir roman çekirdeği taşıyan hikâyeleriyle de dikkati çekmiştir. Beş hikâyeden oluşan Pancur onun ilk hikâye kitabıdır.İlk baskısı Geçmiş Zaman Aynası (1975) adıyla yayınlanan ve romanları kadar ilgi gören bu hikâyelerde Mustafa Miyasoğlu, Anadolu'dan İstanbul'a gelen insanımızın aşklarını, aile içi çatışmalarını ve sosyal değişimin doğurduğu acıları anlatmaktadır. Pancur, içinde taşıdığı geleneksel motiflerle yüklü aşk duygusuyla edebiyat çevrelerinde büyük alaka uyandırmış, dergi ve gazetelerde yeniden yayınlanmış, 22 yıl sonra da yazarının Bir Aşk Serüveni adlı roman dizisine başlangıç olmuştur. Tesbih ve Kaybolan Ev ise, antolojilere girmiş ve yabancı dillere çevrilmiştir.Mustafa Miyasoğlu, hikâye ve romanlarının herbirinde kullandığı farklı dil ve anlatım tarzıyla edebiyatımızda kendine özgü bir yer edinmiştir. Hikâyelerinde de hayatımızın bugüne kadar anlatılmayan dönemlerinden çeşitli kesitleri ele almakta, okuyucularına yeni bakış açıları sunmaya çalışmaktadır.


KAYBOLMUŞ GÜNLER


Bu roman, dünya gömlek değiştirirken hesaplaşmanın sancısını yaşayan nesillerin hikâyesidir. Ferdî meselelerle sosyal ve tarihî olayların iç içe yaşandığı 1960 sonrasında ortaya çıkan iki-üç nesli anlatır. Kaybedilmiş dönemler ve yanlış esen rüzgârlar arasında yaşamaya ve tutunmaya çalışan gençler, romanın asıl konusudur.Kaybolmuş Günler, üniversiteli gençlerin hayatını, aşklarını ve acılarını, "Alternatif 68 Kuşağı"nın farklı bakış açısıyla ortaya koyar. Beşir Güner'in kararsız ve tedirgin kişiliğinde, baştan sona bir huzur arayışını anlatan roman, Cumhuriyet döneminde yaşayan insanımızın iç dünyasındaki parçalanmışlığı ve değerler karmaşasını da ele alır.Kaybolmuş Günler, konusu, kişileri, roman dili ve farklı anlatımıyla, orjinal ve yeniliğini her zaman koruyacak nitelikte, çağdaş edebiyatımızın klasiklerinden biridir.


BiR AŞK SERÜVENi


Aşkı bütün boyutlarıyla ve kültürel değerleriyle anlatan bu roman, edebiyatımızda yepyeni bir anlayışın öncüsü olan gençlerin dünyasını ortaya koyar. Geleneksel olanla çağdaş hayatın dinamikleri, değişenle değişmeyenin kesişme noktaları ve kültürle politika ilişkileri bu romanın odağında yer alan bir aşk hikâyesinin çevresinde ele alınır. Bu roman yalnızca çarpıcı bir aşk hikâyesi değildir. Toplumun son otuz yılda geçirdiği değişimleri ve kimlik arayışlarını da, ele aldığı gençler çevresinde ortaya koyar. Çünkü gençler aşk duygusunda olduğu kadar, kültür ve inanç konularında da pazarlıklara ve sahte çözümlere her zaman karşı çıkmayı bilmişlerdir. Kaybolmuş günler romanıyla Türk Millî Kültür Vakfı, Dönemeç romanıyla Türk Yazarlar Birliği armağanları kazanan Mustafa Miyasoğlu, Güzel Ölüm romanıyla ilk kez farklı bir aşk anlayışını ortaya koymuştu. Bu anlayışı daha da zenginleştirerek Doğu ve Batı kültüründeki ilâhî aşk görüşlerine de yer veren Bir Aşk Serüveni, Türk romanında benzersiz bir yeniliğin de öncüsü olacaktır.Şeyh Galib'in Hüsn ü Aşk'taki olaylar için söylediği bu roman için de tekrarlanabilir: Evet, özge bir maceradır bu. Yani bizim olan ve fakat bugüne kadar anlatılmamış bir serüvendir bu...


DÖNEMEÇ


Dönemeç, Anadolu insanının tarihî bir dönüm noktasındaki tavırlarını, değişen durumlar karşısındaki değişmeyen özelliklerini ortaya koyan bir romandır. Bir güz mevsimindeki aşk, ölüm ve düğün çevresindeki olaylar, bu insanların mizaçlarını en çarpıcı yanlarıyla anlatmaya imkân vermektedir. Bu bakımdan konusu ve anlatımıyla bize özgü bir romancı tavrını yansıtmaktadır.Cumhuriyet'in 50. yılındaki sosyal ve kültürel hareketliliği Anadolu şehirlerinden seçilmiş gençlerle geleneksel yapısı parçalanan aileler çevresinde ele alan bu roman, insanımızın toparlanma çabalarıyla ülke ve dünya şartlarına karşı tavır alışlarını anlatmaktadır. Bir yönüyle de bir şuurun alttan alta geliştiğini ortaya koymaktadır: Roman kahramanlarından Şakir bey de Yunus gibi "şehre varam feryâd ü figân koparam" demektedir...Dönemeç, romancıların ısrarla ihmal ettikleri Anadolu insanının umutlarını, sevinçlerini, korkularını ve geleneksel değerlere sığınışlarını ustalıkla dile getirir. Bugüne kadar çok az hikâye ve romana konu olan Orta Anadolu insanı için şimdiden klasikleşmiş edebî ve sosyolojik bir metindir.Kaybolmuş Günler (1975)'den Bir Aşk Serüveni (1975)'ne kadar yazdığı her romanda farklı bir roman dili kullanan ve konularını kendine has bir üslûpla ele alan Mustafa Miyasoğlu, her eseriyle alâka uyandırdığı gibi bu romanıyla da 1980 yılında Yazarlar Birliği'nin "yılın romancısı" armağanını kazanmıştır.


BİR GÜLÜ ANDIKÇA


Bir Gülü Andıkça, Mustafa Miyasoğlu'nun Şiirler (1983) adlı kitabından sonra ikinci toplu şiirleridir. Daha önce pek çok baskısı yayınlanan Rüya Çağrısı (1973), Devran (1978) ve Hicret Destanı (1981) adlı kitaplarındaki şiirlerin yeni bir düzenlemesiyle ilk defa bu kitapta yer alan Kalbimin Coğrafyası bölümündeki 25 yeni şiirden oluşmaktadır. 100 kadar şiirle çağdaş duyarlığımızın imkânları ve şiir diliyle keşfedilebilen gerçekler ortaya konmaya çalışılmaktadır. Edebiyatımızdaki en köklü gelenekten yola çıkarak yeniliğin imkânlarını araştıran ve kendine özgü bir şiir dünyası kuran Mustafa Miyasoğlu, Şiir Anlayışım adlı önsözde otuz yıllık şiir macerasını da anlatmaktadır. Şiiri ve genel olarak sanatı, anlatılamayanı kavramak ve insanî olguları keşfetmek şeklinde değerlendiren şair, aşk, ölüm, tabiat, şehir kültürü, hasret, gurbet ve kimlik arayışı gibi temalarda yoğunlaşan şiirleriyle dikkati çekmiş, eleştirmen ve edebiyat tarihçileri tarafından incelemelere konu edinilmiştir. Bazı şiirleri İngilizce, Arapça ve Urducaya çevrilmiş, üniversite tezlerinde de incelenmiştir.


ROMAN DÜŞÜNCESİ VE TÜRK ROMANI


Romanları kadar roman üzerine yazdığı denemelerle de dikkati çeken Mustafa Miyasoğlu, Roman Düşüncesi ve Türk Romanı adıl kitabıyla romana dair görüşlerini ve önemli romanlar üzerindeki değerlendirmelerini bir bütün halinde ortaya koymaktadır. Bu kitap, roman türünün imkânlarını, geçmişten geleceğe taşıdığı değerleri ve kültür mirasımızın romandaki yansımalarını sistematik bir tarzda ele almaktadır.Kültürümüz açısından yeni bir tür olan roman hakkında çok ve çelişkili görüşler ortaya konmuş, belli başlı romanlar hakkındaki farklı değerlendirmeler yapılmıştır. Kültür çevrelerinin değer yargılarına bağlı olarak bazıları için büyük ve önemli sayılan eserler, başkaları için yok sayılabilmekte, görmezden gelinebilmektedir. Çoğu zaman eleştiri ve değerlendirme yazıları da objektif kriterden mahrum görünmektedir.Roman Düşüncesi ve Türk Romanı ölçüleri ve değer yargıları ortaya konmuş bir bakış açısının eseridir. Bize özgü romanın imkânlarını, çok sesli ve çeşitliliği esas alan yaklaşımları ve kültür mirasımızı kendine dert edinen bir romancının değerlendirmeleridir. Romanımızın 120 yıllık geçmişiyle geleceğine ilişkin dikkate değer görüşleri bir araya getirdiği için de genç okuyucuların başvuru kitabı olacak niteliktedir. Bu kitapla Türk romanına farklı bir gözle bakacaksınız.

Mustafa Çalık

yazar


1956 yılında Gümüşhane'de doğdu. İlk ve orta öğrenimini Gümüşhane'de tamamladı. 1972 yılında Türk Ülkücüler Teşkilatı Gümüşhane Şubesi'nin Denetleme Kurulu'nda bulundu. 1975'de Elmadağ MHP İlçe Gençlik Kolları Başkanlığı'na seçildi. 1977'de Ülkü Ocakları Genel Merkez Yönetim Kurulu'na seçildi ve Propaganda Masası sorumluluğuna getirildi. 1978-1979 yıllarında MHP Araştırma Merkezi ve Parti Okulu'nda vazife yaptı. 1978 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu.


12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra bir grup arkadaşıyla beraber Yeni Sözcü dergisinin kuruluşunda bulundu ve Fazıl Mustafa müstearıyla köşe yazıları yazdı.1983'te Hamle dergisinin çıkışına katkıda bulundu ve müstear isimle bu derginin yazar kadrosunda yer aldı.1980 yılında Uzman Yardımcısı olarak çalışmaya başladığı Devlet Planlama Teşkilatı'nda 1984'de uzman oldu.1985-1987 yılları arasında ABD'de Denver Üniversitesi'ne bağlı Milletlerarası Çalışmalar Lisansüstü Okulu (GSIS)'da Milletlerarası Politika Master'i yaptı.1989 yılına kadar DPT'de çalışan Çalık aynı yıl görevinden istifa ederek, bir grup arkadaşıyla birlikte Türkiye Günlüğü dergisini yayınlamaya başladı.1981 yılında SBF'de başladığı siyaset ilmi doktorasını, MHP Hareketi'nin Siyasi Sosyolojik ve Kültürel Kaynakları başlıklı bir tez savunarak, 1992 yılında tamamladı.1983-1984 ders yılında Ankara ve Hacettepe üniversitelerinin muhtelif bölümlerinde Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi dersleri verdi.1996-1997 ders yılında Hoca Ahmet Yesevi Türk-Kazak Üniversitesi'nde Değişim ve Yenileşme Tarihimizin Temel Problemleri başlıklı lisansüstü bir ders okuttu.Halen Türkiye Günlüğü dergisinin Genel Yayın Müdürlüğü'nün yanı sıra Türk Ocakları Yüksek Hars Heyeti azalığı da yapan yazar, 18 Nisan 1999 genel seçimlerinde MHP'den Gümüşhane (ikinci sıra) milletvekili adayı oldu ve az bir oy farkıyla seçilemedi.Yeni Ufuk (1997) ve Ayyıldız (1999) gazetelerinde kısa süre köşe yazarlığı yaptı.


ESERLERİ:
*MHP Hareketi/ Kaynakları ve Gelişimi Cedit Yayınları Ankara 1996
*Siyasi Yazılar Cedit Yayınları Ankara 1998


HAKKINDA YAZILANLAR
1.Türkiye Günlüğü Mektebi Ahmet Turan Alkan Zaman 9 Temmuz 1998
2.15 Şubat, Gümüşhane ve Mustafa Çalık Ahmet Turan Alkan Zaman 15 Şubat 1999
3.İnsan Hakları Beşir Ayvazoğlu Zaman 1 Eylül 1999
4.Defterimde 40 Suret Beşir Ayvazoğlu Ötüken Y. İstanbul 1996
5.Hizmet Herşeyin Üstünde Olacak Ortadoğu 3 Mart 1999

Mehmed Akif Ersoy

İstiklal Marşı Şairi


1873 yılında İstanbul'da doğdu. Bir medrese hocası olan babası doğumuna ebced hesabıyla tarih düşerek ona "Rağıyf" adını vermiş, ancak bu yapay kelime anlaşılmadığı için çevresi onu "Âkif" diye çağırmıştır. Babası Arnavutluk'un Şuşise köyündendir, annesi ise aslen Buharalı'dır. Mehmed Âkif ilköğrenimine Fatih'te Emir Buharî mahalle mektebinde başladı.Maarif Nezareti'ne bağlı iptidaîyi ve Fatih Merkez Rüştiyesi'ni bitirdi.Bunun yanı sıra Arapça ve İslami bilgiler alanında babası tarafından yetiştirildi. Rüştiye'de "hürriyetçi" öğretmenlerinden etkilendi. Fatih Camii'nde İran edebiyatının klasik yapıtlarını okutan Esad Dede'nin derslerini izledi. Türkçe, Arapça, Farsça, ve Fransızca bilgisiyle çevresindekilerin dikkati çekti. Mekteb-i Mülkiye'nin idadi (lise) bölümünde okurken şiirle uğraştı. Edebiyat hocası İsmail Safa'nın izinden giderek yazdığı mesnevileri şair Hersekli Arif Hikmet Bey övgüyle karşıladı.Babasının ölümü ve evlerinin yanması üzerine mezunlarına memuriyet verilen bir yüksek okul seçmek zorunda kaldı. 1889'da girdiği Mülkiye Baytar Mektebi'ni 1893'te birincilikle bitirdi. Ziraat Nezareti emrinde geçen yirmi yıllık memuriyeti sırasında veteriner olarak dolaştığı Rumeli, Anadolu ve Arabistan'da köylülerle yakın ilişkiler kurma imkanı buldu. İlk şiirlerini Resimli Gazete'de yayımladı.1906'da Halkalı Ziraat Mektebi ve 1907'de Çiftçilik Makinist Mektebi'nde hocalık etti. 1908'de Dârülfünûn Edebiyat-ı Umûmiye müderrisliğine tayin edildi. İlk şiirlerinin yayımlanmasını izleyen on yıl boyunca hiçbir şey yayınlamadı.1908'de II. Meşrutiyet'in ilanıyla birlikte Eşref Edip'in çıkardığı Sırat-ı Müstakim ve sonra Sebilürreşad dergilerinde sürekli yazılar ve şiirler yazmaya başladı.1913'te Mısır'a iki aylık bir gezi yaptı. Dönüşte Medine'ye uğradı. Bu gezilerde İslam ülkelerinin maddi donatım ve düşünce düzeyi bakımından Batı karşısındaki zayıflıkları konusundaki görüşleri pekişti. Aynı yılın sonlarında Umur-u Baytariye müdür muavini iken memuriyetten istifa etti. Bununla birlikte Halkalı Ziraat Mektebi'nde kitabet ve Darülfunun’da edebiyat dersleri vermeye devam etti.


Teşkilat-ı Mahsusa ve Milli Mücadele’de


İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne girdiyse de cemiyetin bütün emirlerine değil, sadece olumlu bulduğu emirlerine uyacağına dair and içti. I.Dünya Savaşı sırasında istihbat teşkilatı Teşkilât-ı Mahsusa tarafından Berlin'e gönderildi. Burada Almanlar'ın eline esir düşmüş Müslümanlar için kurulan kampta incelemeler yaptı. Çanakkale Savaşı'nın akışını Berlin'e ulaşan haberlerden izledi. Batı’nın gelişme düzeyi onu derinden etkiledi. Yine Teşkilât-ı Mahsusa'nın bir görevlisi olarak çöl yoluyla Necid'e ve savaşın son yılında Lübnan'a gitti. Dönüşünde yeni kurulan Dâr-ül -Hikmetül İslâmiye adlı kuruluşun başkâtipliğine getirildi. Savaş sonrasında Anadolu'da başlayan direniş hareketini desteklemek üzere Balıkesir'de etkili bir konuşma yaptı. Bunun üzerine 1920'de Dâr-ül Hikmet'deki görevinden alındı. İstanbul Hükümeti Anadolu'daki direnişçileri yasa dışı ilan edince Sebillürreşad dergisi Kastamonu'da yayımlanmaya başladı ve Mehmed Âkif bu vilayette Milli Mücadele hareketine katkısını hızlandıran çalışmalarını sürdürdü. Nasrullah Camii'nde verdiği hutbelerden biri Diyarbakır'da çoğaltılarak bütün ülkeye dağıtıldı. Burdur mebusu sıfatıyla TBMM'ye seçildi.


İstiklal Marşı


Meclis'in bir İstiklâl Marşı güftesi için açtığı yarışmaya katılan 724 şiirin hiçbiri beklenilen başarıya ulaşamayınca maarif vekilinin isteği üzerine 17 Şubat 1921'de yazdığı İstiklal Marşı, 12 Mart'ta birinci TBMM tarafından kabul edildi.Mısır’a Gidiş Sakarya zaferinden sonra kışları Mısır'da geçiren Mehmed Âkif, daha sonra  sürekli olarak Mısır'da yaşamaya karar verdi. 1926'dan başlayarak Camiü'l-Mısriyye'de Türk dili ve edebiyatı müderrisliği yaptı. Bu gönüllü sürgün hayatı sırasında siroz hastalığına yakalandı ve hava değişimi için 1935'te Lübnan'a, 1936'da Antakya'ya birer gezi yaptı. Yurdunda ölmek isteği ile Türkiye'ye döndü ve 27 Aralık 1936'da İstanbul'da öldü.


Dil Anlayışı Konuşma diline yaslandığı için kolayca yazılıvermiş izlenimi veren şiirleri biçime ilişkin titiz bir tutumun örnekleridir. Hem aruzdan doğan bağların üstesinden gelmiş, hem de şiirin bütününü kapsayan bir iç musiki düzenini gözetmiştir. Dilde sadeleştirmeden yana olan tutumunu her şiirinde ortaya koymuştur.Mehmed Âkif nazım diline bu dilin tabii yapısını bozmadan elverişli olduğu gelişmeyi kazandırmış ve aruz veznini yumuşatmıştır. Bu aynı zamanda Türkçe'nin şiir söylemedeki imkanlarının ne ölçüde geniş olduğunu göstermesi demektir. Mehmed Âkif dilin toplumsal kimliğini öne çıkarmış,üslupta özgünlük ve kişiselliğe ulaşmıştır.Yenilikçi bir şair olarak, yaşadığı dönemde görülen ölçüsüz yenilik eğiliminin bozucu etkilerine, ölçüsü işleviyle bağlantılı bir şiir kurmak suretiyle sınır çekmeye çalışmıştır.


ESERLERİ Safahat, Süleymaniye Kürsüsünde, Hakkın Sesleri, Fatih Kürsüsünde, Hatıralar, Âsım, Gölgeler.