9 Ocak 2011 Pazar

Rönesans Felsefesi

Fransızca bir sözcük olan Rönesans, “yeniden doğuş” demektir. Bu dönem, Avrupa kültüründe baştan aşağıya gerçek bir yeniden doğuştur. İçeriği, Antikçağ incelemelerinin yeniden doğması ve yenilenmesi kadar, İlkçağ ve Ortaçağın vardığı sonuçların yeni bir biçimde görünmesi, bundan önceki çağların tanımadığı bir insanın tarih sahnesine çıkmasıdır. Ortaçağ boyunca hakim olan dogmatik tavır sonrası ortaya çıkan Rönesans döneminde denilebilir ki, antikçağ sonlarının bıraktığı yerden işe başlanmıştır. Ortaçağ felsefesine karşı sert tavır, aynı zamanda bu felsefenin sıkı sıkıya bağlı olduğu Aristoteles’e karşı da gelişmiştir. Fakat daha sonra Aristoteles felsefesinin de yeniden öğrenilmesiyle bu karşıtlık yatışmıştır.


MEISTER ECKHART (1260-1327)
Ortaçağ sonlarında Rönesans’ın ve dinde reformasyon hareketlerinin başlıca kaynağı giderek güçlenen mistisizm düşüncesidir ve özellikle Alman mistisizmi denebilir. Martin Luther ile birlikte Alman mistisizmini temsil eden Eckhart, bu düşünceye en güzel anlatımını vermiştir denebilir. Ona göre salt doğruluk insanın kendisindedir, kilisenin dogmalarında ya da törenlerinde değil. Bilmek, bilen ile bilinenin özce bir olmalarıdır. İnsan Tanrı’yı, Tanrı kendi içindeyse bilebilir. Ruh, Tanrı’yı bildiği ölçüde Tanrı’dır ve Tanrı olduğu ölçüde Tanrı’yı bilir. Bu, anlatılamaz bir görüdür. Tanrı’nın bizim içimizde kendi kendini görmesidir, bizim kendimizde Tanrı’yı görmemizdir. Bir “Küçük Tanrı” olan insan, benliğinden geçmelidir. Kişiliğini Tanrı’da eritmelidir.
Eckhart, bu görüşlere anlamlı bir bütünlük kazandırmış ve geniş ölçüde yayılmalarını sağlamıştır. Bunu yaparken de yüksek düşünceler için çok yerinde Almanca kelimeler bulmuş ve geniş kitleler tarafından anlaşılmasını sağlamıştır. Ona Almanca felsefe terimlerinin babası denir.


FRANCESCO PETRARCA (1304-1374)
İnsanın özü ile bu dünyada yerinin ne olduğunun araştırılmasına Humanizm diyoruz. Bu dönem Hümanizm akımının başında Petrarca var. Grekçe öğrenir, eski yazmaları kurtarmaya ve toplamaya çalışır. Teorik sorunlardan ziyade ahlak üzerinde durur ve kendisine Roma Stoa’sının filozoflarını örnek alır. Bu sayede Rönesans döneminde Antikçağdan ilkin Stoa ile tanışılmış oluyor. Ona göre de mutluluğa iç ve dış etkilerden bağımsız ruhun özgürlük ve dirliğinde ulaşılır.


MARCILIO FICINO (1433 – 1499)
Rönesansın ilk yıllarından itibaren Ortaçağ Skolastik Felsefesine karşı olan tavır, 15.yy.da Floransa’da kurulan “Platon Akademisi” ile sistemli çalışmalar biçimini kazanacaktır. Akademi’de yetişenler arasında en büyüğü şüphesiz Ficino’dur. Yaptığı en büyük iş, sağlam bir dille çevirdiği eserleri sayesinde Platon’un kaynağını yeniden açmak olmuştur. 12.yy.a kadar eldeki tek Platon diyaloğu Timaios’tu. Ficino’nun Akademi’nin başına geçtiği sıralarda Aristoteles felsefesine karşı olan sert tavırda yumuşar. İlkçağın bu iki büyük filozofunun temelde birleşmekte oldukları sonucuna varılır. Ona göre insan ruhu tanrıdan türemiştir ve sonra yine ona dönecektir. Evren en başında Bir olanın bulunduğu bir basamaklar ülkesidir ve tüm bağlar insanda düğümlenir ve bu sayede insanda bilmek gücü vardır.
NICCOLO MACCHIAVELLI (1469-1527)
Rönesans’ın karakteristik düşünürlerinden biridir Macchiavelli. Yeni insan anlayışını gününün pratik-politik ödevlerini çözmek için çıkış noktası olarak almıştır. Hıristiyanlığın ele aldığı gibi insan doğuştan kötü değildir, kötüye sapma eğilimi vardır. Devleti de ortaya çıkaran bu nedendir. İnsan doğası her yerde ve devirde birdir, dolayısıyla eğilimleri konusunda hesaplamalar yapılabilir. Bunları gözleyerek hesap yapan zeka, devlet yönetiminin temelidir. Onun görüşünde ulusal devlet fikri öne çıkar. Devlet başkanı devletin kendisiyle kaynaşmıştır. Dolayısıyla da o, halkın hükümdarıdır.


THOMAS MOORE (1478-1535)
Yalnız filozof ya da yazar değil, bakan olmuş bir devlet adamıdır aynı zamanda. Dürüst ve karakterli muhalefeti sonunda hayatı idam cezasıyla son bulmuştur. 1516 yılında yazdığı “Ütopya” adlı romanında ideal bir devlet düzeni geliştirmeye çalışmıştır. Rönesans’ta diğer devlet ütopyalarında olduğu gibi yine örnek alınan eser Platon’un Devlet adlı eseridir. Diğer devlet ütopyalarına örnek olarak Campanella’nın “Güneş Ülkesi”ni ve Francis Bacon’ın “Yeni Atlantis” adlı eserlerini örnek verebiliriz.
Bu dönemde sadece felsefi alanda değil, aynı zamanda bilimsel ve coğrafi alanda da pek çok keşifler ortaya çıkmıştır. Özellikle bilim alanında Kopernikus ile başlayan ve Giordano Bruno, Kepler ve Galileo’nun, tek bir düşünüre mal edilemeyecek, ortak ürünleri olan yeni doğa görüşünden bahsedilebilir. Bir YeniPythagorasçı olduğunu söyleyen Kopernikus, Pythagorasçılar tarafından yüzyıllar önce söylenen, Yer’in ateş etrafında ve kendi etrafında döndüğü düşüncesini yinelemiştir. Kilise bu öğretiyle, Yer merkezli tasarım yerine Güneş merkezli tasarımı koyduğu ve dolayısıyla insan merkezli bir evren anlayışını ortadan kaldırdığı gerekçesiyle kıyasıya bir savaşa girecekti : evrendeki her şey insan için olmalıydı. Bu baskılardan Kepler ve Galileo da paylarına düşeni alacaklardır fakat onların içinde ölüme mahkum edilen Giordano Bruno’nun özel bir yeri vardır. Yeni öğretiden doğa bilgisi ve felsefe açısından çok önemli sonuçlar çıkarmış ve yeni evren görüşünün kesin olarak yerleşmesine yol açmıştır. “Evrenin sonsuz olduğu ve sayısız sınırlı dünya ve galaksi barındırdığı” ile “evrenin birliği olan bir bütün” olduğu düşüncesi aynı zamanda ona metafizik bir temel de kazandırmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder