10 Ocak 2011 Pazartesi

Dönüşen Tasavvuf

1/1 GİRİŞ:


Tasavvuf; Hz.Muhammed’le ortaya çıkan bu terim, acaba aradan 1500 yıla yakın zaman geçtikten sonra bile o dönemdeki gerek lafzi gerekse manevi anlamını ne derece koruyabildi? Nasıl başladı, izlediği yol neydi ve neye göre izledi? Karışan sıfatlarlardan hangisi tasavvufa aitti? Globalleşen dünyada kendi çizgisini nasıl korudu yada koruyabildimi? Bu işi yapanlar kimlerdi ve amaçları neydi? 1500 yılda hangi duraklara uğradı? Geçen zaman, o duraklarda tasavvufa neler kattı?


Bugün sosyalleşen ülkemizde, insanlara kelime olarak tassuvuf’u sorsak alacağımız cevap çoğunlukla “din,dini,,” gibi kavramlar olacaktır. Buradan hareketle bu, ”din” gibi olan şeyin ilk haliyle şimdiki hali arasında fark nedir? Bu kısa çalışmada bu soruların yanıtını arayacağız.


Yani bir nevi tasavvuf’un insana sorduğu şeyi, bu sefer tasavvuf’a soracağız; ”nereden geldin nereye gidiyorsun?


2/1 KELİME ANLAMI:


Kelime anlamı olarak Tasavvuf’un hangi kökten geldiği konusu tartışmalıdır. Arapça sözlüklerde Kelimenin sülasisine bakıldığında arınma anlamındaki “safa” olarak karşımıza çıkmaktadır ki, en çok kabul gören anlamıda budur. Gramatikal açıdan kelimenin menşeine bu kadar inilebilse de manevi açıdan kelimeye nice anlamlar katmak mümkündür. İçsel açıdan mutasavvıfların, sosyal açıdan felsefecilerin merak ettiği ruh, tasavvuf kelimesinin bizzat kendisinde de ortaya çıkmıştır, yani gözle görülmeyen şey kişinin inancına kalmıştır. Bu bakımdan kelimeninin anlamı muhtelif bedenlerde muhtelif anlamlara bürünebilir.


3/1 MENŞEİ:


İnsanoğlu yerzündeki macerasına başlığından beri onu hayvandan ayıran en büyük özelliği düşünme yetisiydi. Adem’den bugüne insanoğlu hep düşündü, hep aradı. Sosyal çevre dünyamızda geliştikçe, Dünyamızın yaşı ilerledikçe bizler artık kalabalığı değil yalnızlığı sever olduk. Bu da bizleri evimizi,eşimizi ve daha nice farklı şeyşeri düşünmeye itti. Eski tarihlerde bu böyleydi; Sosyal hayatının getirisi neyse neyle meşgulsen, kafada ne varsa hep düşünüldü.


Düşünce zihin demekti, zihin bilme, bilme daha fazlası, daha fazlası araştırma, araştırma öğrenme, öğrenme yine düşünme demekti. Yani düşünme bitmeyeceği gibi öğrenme de bitmeyecekti. Bu durumu ortaçağın güzel bir sözüyle özetleyebiliriz; ”Bilgim öyle bir yere ulaştı ki, bildiğim tek şey hiçbirşey bilmediğimdir”. Düşünme eylemini Adem’e kadar dayandırsak da bir tür düşünce tarzı olan Tasavvufun kaynağı olarak İslam peygamberinin Hira mağarasında
inzivaya çekilmesini gösterilebiliriz.


Tasavvuf’u ALLAH’a çalışmak ve ALLAH’a ulaşmak gibi kelimelerle açıklarsak, dünde bugünde kimse Hz.peygamber kadar üst seviyede bunu başaramadı. Bu sebeple tasavvuf’un kaynağını somut olarak dayatabileceğimiz tek örnek budur. Bir bakıma bu düşünce şekli nereden doğmuştur sorusu bu olayla bir miktarda olsa cevap bulabilir. Hz.Muhammed ile başlayan bu yol, velilerle de peygamberlerin vârisleri olarak takip edilmiştir… *Bkz.6/1


4/1 AMACI:


Hz.Peygamberi’in şu hadisi Tasavvuf’un amacını en iyi özetleyen cümledir; ”Sırf dünya içinmi yaratıldınız ki bütün vaktinizi ona harcıyorsunuz?” *Bkz.9/1/1 Tasavvuf, yaratanla yaradılanın tek kaynaktan geldiğini ve “bir” olduğunu savunan görüştür. Künt’ü Kenz *Bkz.9/1/2 inancı, ”Gizli bir Hazine idim bilinmeyi istedim“ yani dünyadaki bütün varlıkların ve tüm evrenin Tanrı’nın yansımaları olduğu anlamını taşır. İnsanların ALLAH’tan gelip yine ALLAH’a dönüşleridir. Nefsini terbiye eden insan oğlu Şeriat Tarikat ve Hakikat *Bkz.7/1 kapılarından geçer ve en sonunda Hak ile Hak olur. Seyyid Nesimi ve Hallacı Mansurunun kendilerini ölüme götüren Enel Hak *Bkz.9/1/3 sözü bu inancın yansımasıdır.


5/1 ULEMA GÖRÜŞLERİ:


Birçok alim bu konuda fikirlerini belirtmiştir hatta bizzatihi konuya dahil olmuşlardır. Kimi merak, kimi arayış, kimi şüphe olarak değerlendirmiştir bu terimi. Neticede bu kavramlar zihinin işiydi ve insanı düşünceye itmişti. Yani düşünen insan konusunu bulduktan sonra durmak bilmezdi ve kafasında fikirler peyda olurdu. Orta çağ alimlerinin konu üzerindeki tanımlarını Ne? soru zarfı başlığı altında toplayabiliriz. ”Ne” kelimesi bu alimlerin yaptığı tanımların temelinde yatmaktadır.


Bazı tassavvuf alimlerine göre insanları tassavvufa yönlendiren güdü içsel arayıştı. Bazıları ise şüphede karar kılmışlardır ve Gazali’nin şu tanımında birleşmişlerdir; insanları tasavvufa yönlendiren şey şüphedir, ilerleyen safhalarında şüphe barındırmamasına rağmen, tasavvufa başlangıçta şüphe ve insanın içine düştüğü zihinsel ve gönülsel boşluktan kaynaklanan arayış vardır. Kimileri bu terimi daha basit ve net hale getirerek şu tanıma riayet etmişlerdir; Tasavvuf, Resûlullah efendimizin sünnet-i seniyyesine uymaktır.


(Alâüddevle Semnânî Ala’ Ad-Dawla As-Simnani), Kimileri tasavvufu Hz.Adem’e kadar götürerek oradan başlayan ve Hz.Peygamber zamanında en üst konumda olan bir olgu olarak görmüşlerdir; Tasavvuf, Tohumu Adem zamanında atılmış, filizleri Nuh zamanında oluşmuş ve İbrahim zamanında ise çiçek açmıştır. Üzümleri Musa zamanında yetişmiş ve İsa zamanında olgunlaşmış ve Muhammed zamanında ise saf bir şarap haline gelmiştir.(Beyazıt Bestami)


Bu büyük ortaçağ alimleri farklı görüşlerde yada başka bir deyişle farklı kelimelerle tasavvufu açıklasalar da hepsinin amacı birdi. Hepsi birşeyi aramak istediler ve ona gitmek için, onu bulmak için kendilerine aynı soruyu sordular; Ne,Ne,Ne…


6/1 ETİMOLOJİSİ:


Görüldüğü üzere tasavvuf ilk insanla ortaya çıktı denilebilir. ALLAH yarattığı kulluna üstün bir meziyet vermişti çünkü. Düşünme insanda, ne ademle nede bundan 1000 yıl sonra bile değişecek birşey değildi. Ama başlangıcı o nokta sayarsak bugune deyin bazı duraklarda şüphesiz durdu tasavvuf. Kimisinde gelişti, kimisinde yeni anlamlar kazandı, kimisinde ise anlamından tamamen saptı yada saptırıldı. Hz.Peygamberin Hira dağındaki inzivası sonrası birçok veli kişi bunu, o soya layık olarak sürdürdü. Ehli beytin kaynağı olan Hz.Ali’yle devam eden bu süreç sosyokültürel düzen değiştikçe sufilere, mezhepler ortaya çıktıkça şeylere, şeyhler ortaya çıktıkça tarikatlara kaydı.


Yani ilk başda ALLAH ile yalnız kalarak yapılan bu dini düşünce sonraları toplu iştiraklere dönüştü. Aslında tasavvufi düşüncede bu terimler vardı. Bir maksad vardı çünkü, bu maksada dair bir yol ve yolun sonunda bir gerçek vardı. Hz.Peygamberin sahabelerle paylaştığı bilgileri, öğretileri sadece bir yoldu çünkü Hz.Peygamber sadece kapıyı gösterdi, o kapıdan geçecekler ise kendileriydi. Dinde zorlama yoktu maksadı anlatabilmek ve yolu gösterebilmekti amaç, gerçeğe ulaşmak yine insanın kendi zihnindeydi çünkü.


Daha sonraları 9.Yüzyıldan itibaren özellikle Türkistan, İran ve Kuzey Afrika bölgesinde sufi görüşler müsait ortam bulmuşlardır. Bunda Moğol istilası sonrası ortaya çıkan karmaşık sosyoekonomik durumun toplumu ruhani bir arayışa sevketmiş olması büyük bir etkendir. Bu dönemlerdeki tasavvufi anlayış zamana ayak uydurup değişimler gösterdi. Kendi anlamında yeterince olan çelişkiye ek olarak birde bu yolda olanların değişik sıfatlar edinmesiye daha da kavram karmaşaları ortaya çıkmıştır.


Hz.Muhammed zamanında olmayan mezhepler peyda olmuş, mezheplere önderler seçilmiş, önderi anlatacak şeyhler, şeyhlerin anlattıklarını dinleyen tarikatler vuku bulmuştur tasavvuf kendi başına zaten zor bir anlam taşıyordu, içerisine birde bu şekilde farklı dallar girince durum haliyle aktarılan kuşaklara daha farklı oldu. Örneğin, Tasavvuf Şii mezhebinde aliyullah zikirleriyle anılırken, Sunni mezhebinde hiç anlamı yokken Şii’ye farklı gözle bakmakla bir tutuluyor.


Bunun örneğini 1500 lerde Çaldıranda Müslümanı müslümana kırdıran Şeyh şah ismail ile Yavuz sultan selim’de görmek mümkün. İlk baştaki duruluğunu koruyamayan tasavvuf bugüne bu karmaşalar içinde gelmiştir. Sadece kendin ve düşünceyle yapılan bu dini amacın zamanla farklı boyutlar kazandığı aşikardır.


7/1 BAZI KAVRAM KARMAŞALARI:


Tasavvuf  yapanlara mutasavvuf, ileri mutasavvuflara sufi, daha da ileri sufilere veli. Hiyerarşik olarak bu şekilde
dizilebilir. Ama bu kelimeler nedir? Terim anlamına göremi dizilir yoksa bu hiyerarşi’yi ölçebiliecek bir kurum veya şahıs mı vardı? Yani bu kavramlar nasıl oluşabildi ki? Bu terimlerin kelime anlamları şu şekildedir:


Evliya, Veli kelimesinin çoğulu olup Tasavvuf terimidir. Velilik, tarikat ile ilgili olmayıp o safhaları geçmiş kişiler için kullanılır. Bir veli aynı zamanda bir tarikat şeyhi ise aynı zamanda mürşiddir de.anlamındadır.


Sufi; kimileri, çıplak vücutlarına değecek şekilde yünden (Ar. suf) hırka giydikleri için böyle dendiği görüşündedirler. Bu yolda, çıplak tene yün hırka giyilmesi gerekiyorduysa, öyle yapmışlardır. Yün giymek bu dünyanın cazibelerine kapılmamak için devamlı bir uyarı mahiyetindeydi. Kimilerine göre de, mutasavvıf yolunun hedefine ulaştığı zaman sufi olur.


Sufizim ve tarikat; Sufizm ile Sufi Tarikatları arasındaki ayrım bugün çoğunlukla bilinmemektedir. Sufizm bir yaşam tarzıdır, hayata farklı bir bakıştır. Tarikatlar ise Sufizmden kaynaklanan, kurumlaşmış olgulardır. Buz ile su ilişkisi gibidir. Buz sudan oluşmuştur, ama suyun katılaşmış, donmuş halidir. Okyanusla bir testi su benzemeside Sufizmle Tarikatlar arasindaki ilişkiyi gayet güzel anlatmaktadır: Okyanusdan su alıp testiye doldursanız testideki su ne kadar okyanus özelliğini korur ki? (Hazret İnayat Han, Hazreti Mevlana)


Şeriat; Şeriat sözcüğü şerea’ sözcüğü ile aynı kökten gelmektedir. Şeriat, Arapça kökenli bir sözcük olup; “yol; mezhep; metod; âdet; insanı bir ırmağa, su içilecek bir kaynağa ulaştıran yol” anlamına gelir. İslam dinindeki terimsel anlamı ise “ilâhî emir ve yasaklar toplamı”, “İslam’ın kutsal kitabı Kur’an’ın âyetleri, İslam dininin peygamberi olan Muhammed’in söz ve fiilleri (sünnet/hadis) ve İslâm bilginlerinin görüş birliği içinde bulundukları hususlara dayanan ilâhî kanun”dur.


Tarikat; Tarik Latince’de ‘yol’ demektir. Hakikat, gerçek’ten ya da gerçeklik’ten ayrı olarak belli bir gerçekliğin düşünsel ya da zihinsel olarak temsil edilmesi ve temsilin gerçeklige uygun olması halidir diyebiliriz.


8/1 BUGÜN:


Tarikatlar açısından hakiki bir fotoğraf çizmek, tasavvufun geleneksel çizgisinden ayrılıp şirketleşen, iktidara talip olan oluşumlara, çürümenin, yozlaşmanın izlerine bakmak mümkün müdür. Bir daire düşünün. O dairenin dış çemberi onun fiziki yapısını, yani şeriatını belirliyor. Oradan merkeze giden bir iç çizgi var. O çizginin adı “yol”. Arapçası “tarik”. Yoldan geçerek merkeze varılıyor. Merkezin adına da “hakikat” ve “marifet” deniyor Mesela biz erkekler tıraş oluruz. Tıraş aslında çok tehlikeli bir eylemdir.


Bir berbere gideriz, berber koltuğuna otururuz. Hiç gık çıkarmadan berber eline jilet denen çok kesici bir aleti alır ve gırtlağımızın üzerinde dolanır. En ufak bir hareketi ile bizim hayatımız gider. Hiçbirimiz bir laf söylemeden, ölünün ölü yıkayıcıya teslim olduğu gibi berberin sahasındaki otoritesine teslim oluruz. O da sanatını üzerimizde icra eder. Fakat biz dersek ki, hey berber ne yapıyorsun, öyle yapma, böyle yapma. Berber kulağımızdan tuttuğu gibi git defol, başka bir yer bul der. Yalnız burada bir problem vardır. O da şudur, tıraş olmak istiyorsanız berberin önüne oturmak zorundasınız. Eğer hakiki bir berberin önüne oturmazsanız orada problem olur. Kasapta tıraş olunmaz.


Tasavvuf bireysel başlayıp şirketleşmiştir.Ne mutlu kendini kendinde bulanlara Mekanınız cennet olsun…


9/1 NOTLAR:


1)İmam olarak anılan Buhari İslam dininin en büyük muhaddisi sayılır.Bu hadiste onun eserinden alınmıştır.
2)Varlık birliği ya da Vahdet-i Vücud, tasavvuf düşüncesinde, yaratanla yaradılanın tek kaynaktan geldiğini ve “bir” olduğunu savunan görüştür.
3)En-el Hak (Arapça: ??? ????, Anal Haq), Arapça “Ben Hakkım.” anlamına gelir. “Haktan gayrı degilim.” demektir.
Tanrının varlığının yarattıklarını kapsaması, onlarda yüz bulması ilkesi üstüne kurulu bir düşünsel yaklaşımdır.
Başka bir biçimde, “Ben Haktan ibaretim” olarak özetlenebilir.


10/1 KAYNAKLAR:


1)tr.wikipedia.org/wiki/Tasavvuf
2)Semerkanddergisi.com
3)Tasavvufdergisi.8k
4)Hiciv ve sosyal eleştiri/Prof.Hasan Çiftçi


Atatürk Üni.Fars Dili ve Edb.
Çağrı İLTER

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder